Gerçek Adı : Alper Mesaj Sayısı : 6 Kan Durumu : Melez. Taraf : Tarafsız.
Konu: Andrej van Pavlovich - Yükseltme Salı 19 Ağus. - 16:06:06
Karanlığın meçhul esrar sislerinin efendisi, Melekü'l-mevt, alacak acının dokunuşlarıyla kararan aciz ruhumu; ebediyetin müphem melodisi yankılanıyor kulaklarımda, bedük sessizliğin esaretine giren zihnimin inkıyat ettiği sayısız efkâr, seyran eyler, yarattığı alem-i eşbah içerisinde elvan çeşitliliğine bürünen soyut imgeler belirir iken. Ölümün fısıltısını dinliyorum gözlerim kapalı. Soğuk zincirlere vurulmuş ellerimden süzülen, Hande-i Aftab'ın kızıllığını bahşettiği kan damlaları, bedbaht yazgısını münakaşa eden yıpranmış hücreleri adeta ateşe veriyor, taş zeminin gümüşi griliğine uzanıyor ritmik tınısı şenlendirirken biçare vücudumu. Yere serilen sefaletin esaretindeki bedenime mütevellit iç dünyamın derinliklerinde filizlenen hiddetin cılız kıvılcımı, kilit vurulmuş kadim, ezeli cennetimin mühürlü kapısının ardından yükselen korların alev fırtınasını dizginliyor, dudaklarım kanımın nahoş tadıyla ıslanırken. Ruhumun Azrail'in soğuk pençelerinin arasında kaybolduğunu görüyorum, sislerin arasından. Benliğime yön veren mazinin bulanıklaştığını... Korkuyorum. Yaşamımın beyhude muharebesinde, kırmızının asilliğinin sindiği fırça darbeleriyle renklenen, şühedanın yattığı toprağın altında, beyaz kefenin altındaki bir mevta olmaktan. Biliyorum, saniyelerin boyunduruğundaki, zifiri siyahın nefesiyle dövülen zihnimin içerisinde, biteyazan umudu temsil eden yegane mumumun erkten mahrum ateşinin azgın acı rüzgarlarının eşliğinde söneceğini. Zira eminim ki azat edileceğim, derimi kül eyleyen sefilliğin dominant kollarından, bilinçsizlik ile dans ettiğim vakit. Müteessirim her şeyden çok. Göz çukurumu tutsak eden mor halkalara ne kolay erişebiliyor bir damla, parçalanan çehremin kanla dolup taşmış kıvrımlarını takip ederek, kederim, çaresizlik denen kadim dostuyla tanışır tanışmaz? Açılan gözlerimi, meleğin ölü bakışlarının hükmünü ilan ettiği, realizm ufkunun ardında yükselmeye başlayan karanlığın belirsiz demetlerinin karşılamasıyla beraber kapıyorum, son vedamı ederek kahpe cihana. Lakin mücerret koğuşumun ortasında hala selamlıyor beni o, tanıdık, yokluğun melodisi. Mavi göğe, varlığına inandığım yaratıcıya doğru yükselirken kayıp ruhum, üç ayın ardından bir tebessüm yerleştiriyorum, içimi kaplayan hissizliğin ve karanlığa binaen. Ölümün fısıltısını dinliyorum gözlerim kapalı.
Ağustosun son ışıklarının yumuşak, pastel bir turunculuğa hapsettiği demir yolunun hemen üzerinde idi siyah lokomotif, güzün alelade, sıcak esintisinin bağışlayıcı parmaklarına tutunmuş, salınışa geçen sararmış yaprakların huzuru temenni eden melodisi ile meydan okuyordu bir yandan adamın kulaklarına. Paignton'ın şarkını kuşatan mevsimin gaddarlığından nasibi almış, altın sarısı bitki örtüsündeki Selvilerin gölgesinde saklansa da, akasyaların latif koku senfonisi şenlendirmekte gecikmemişti, onu. Parmaklarını gri pigmentlerle süsleyen sigarasını dudaklarına götürüp, dumanı ciğerlerine usulca ulaştırır iken adeta kasabayı saran bahrin mücerret ellerinden tutmuş, sonsuz maviliği selamlıyor idi. Monotonluğun depresif gölgesinde kalmıştı adeta, siyah kürk bir paltoyla örtünen vücut. Tereddüdün, hatları boyunca tesiri gösterdiğini inkar etmeye gerek yoktu, keza duygu fırtınasıyla ıslanıyordu bedeni. Cebinin karanlığıyla dans eden zarfı yumruklarının arasına almıştı büyücü; tütün izmaritlerinin renk verdiği taş kaldırımda ilerleyen çifti izliyordu bir yandan. Fötr şapkasıyla, karanlığın mistik dokusuna bezenen çehresini meraklı gözlerden saklamak amacıyla yere doğru çevirmiş, sağ bileğini kuşatan altın saatin yelkovan hareketlerini izliyordu, mavi sema lacivert çizgilerle döşenene kadar. Kapattığı gözlerine mütevellit yokluk sarmıştı dört bir yanını. Efkarın sualiyle şekillenen imge ahalisinin bertaraf etmesini beklemişti bir süre umut içinde, ruhunun siyahlığın arınmak uğruna. Lakin nafileydi umudu, karamsarlığın taarruzu ile yıpranırken. Geleceğin intibası meçhuldü onun için. Yalnızca bir düşten ibaret, yoklukla harmanlanan zifiri karanlık idi. Gece tanrıçasının dokunuşlarını bahşettiği gökyüzünün hemen altındaki cihan, sokak lambalarının cılız sarılığına mahkum olmuştu çoktan. Derin bir nefesin ciğerlerine ulaşmasına izin vererek, dükkanın aralanmış kapısından irisini karşılayan ışık demetlerine doğru atıldı vücudu iradesi ile. Kararsızlığın baskıcı izlerinden eser yoktu, artık. Zira pür hiddet dört duvarları yoktan var edilmişti zihin sarayında.
Kasabanın aşina olduğu geleneksel tasarım anlayışı, adımını sarf ettiği barda da devam etmekte idi istikrarla. Eski, tahta iskemlelerle ve ilerisindeki küçük masalarla süslenmiş geniş bar, tavandan buhran dolu çehresine ilerleyen mavi ışık huzmeleriyle aydınlatılmış idi ve yalnızca iki müşteriyi ağırlıyordu. Nikotin tesirindeki zihni alkolün hoş çağrısına teslim olmuş, uzuvlarına barmenin önündeki iskemlelerden birine oturma emrini veriyordu. Arzu eşliğinde ısırdı dudaklarını, viskinin baştan çıkarıcı kokusu soluduğu oksijen atomlarıyla harmanlanırken. Lakin buraya mazisinin ve istikbalinin şekillenmesindeki nihai kararı vermeye gelmişti adam, öfkeden bulanık huzmelere teslim olmuş aklını kör eyleyemeye değil. Kararlılıkla, deri cüzdanından çıkardığı iki adet doları, kendisine yöneltilen bakışlardan bilistifade ebedi teessürün kölesi olan çehresindeki suni tebessümü usulca güçlendirirken uzattı pürüzsüz, ahşap masaya. Düşüncelerinin fermanını sözlere yansıtmak yerine mantığın latif tınısına yanıt vermiş idi, kendisini şaşırtarak. Mavi renginin yansıdığı irisini, barmenden uzaklaştırdı ve odayı irdelemek üzere etrafta merakla dolaştırdı. Bezin soluk kahvesi ile bakırın asaleti eşliğinde harmanlanan renkler topluluğu hayat vermişti zemini saran halıyı, küçük desenlerin yanı sıra. Ahşabın bardaki dominantlığına karşın beyazın çekici dokunuşlarını gözden kaçırmak mümkün değildi; alçak tavan, ak fırça darbeleriyle görkeme kavuşmuş, likörlerin ve votka şişelerinin sıra sıra dizilip, renk cümbüşüyle yücelttiği barın iç kısmında ise bölgesel olarak beyazın kudretine yer verilmiş idi. İçki servis edildiği köşenin hemen arkasında ise tahta tabureler, varlığını göstermekten çekinmiyordu. Gözleriyle canlıları taramaya başladı sabırsız büyücü bu sefer. Sarhoş ayyaşların beyhude bakışlarından dikkatlerinin, kendisinde olmadığını anladığında bir kez daha, masanın kahve, pürüzsüz yüzeyine yerleştirdiği paraya çevirmişti simasını. Andrew Jackson'ın sorgulayıcı intibasının üstündeki tanıdık imza yalnızca kendi dikkatini çekmemiş idi. Zira barmenin okuduğu, günler öncesine ait gazeteyi katlayarak adamın gözlerinin içine bakıp, sahte iyimserliğinin ve sır perdesinin ardına gizlenen dehşetin izlerini arıyordu belki de. "D'yavol sredi nas"(1) Bariz Minsk aksanının oluşturduğu Rusça kelimeler, barmenin mor halkaların egemenliğindeki gözlerinin alelade, müphem bakışlarını bertaraf etmiş ve yerini korkunun ulu kudretine bırakmış idi. Gür, siyah sakallarına daldırdığı ellerinin titrediğini görebiliyordu Vladimir, dehşetin soyut çığlıklarının beraberliğinde. Adam şaşırılacak bir çeviklikle, etrafı kolaçan etmeksizin efendisine başını hızla sallayıp, içki standının altındaki çekmeceye daldırmıştı, yağlı, nasırlı ince parmaklarını. Bilhassa saniyelerin ardından, masadaki paranın oluşturacağı boşluğun yerini gümüşi tonların istila ettiği, kalın bir anahtar alacak idi. "Zdes' zhe vy, ser."(2) Titreyen sesi, sarf ettiği kelimelerin manalarını idrak edebilmesini güçlendirse de sert bir şekilde, başını salladı barmene. Mütebessim çehresinin ardına gizlenmiş olan yekpare hiddeti gün ışığına çıkartıyordu büyücü, rolünü sonlandırarak. Tehditkar bir bakış savurduktan sonra sefaletin hükmünü kabul etmiş adamın gözlerinin karanlığına, hızla oturduğu kayın ağacının kahvesini taşıyan tabureden ayrılarak, parmakların işaret ettiği, arka gri kapıya doğru ilerledi vücudu. Ona yaklaşıyordu attığı her adımda. İç dünyasına saldıran öfke ve intikamın buyruğu ne cezbediciydi eski ölüm yiyen için. Yumruk haline gelen elinin içindeki anahtarın soğukluğu ve taşıdığı sorumluluk hissiyatı işliyordu adeta ruhunun derinliklerine. Dudaklarının arasından nefret dolu tiz bir ses, aklındaki sabır zincirlerinden kurtularak serbest kalmıştı. Yıllardır beklediği, açmakta olduğu kapının ötesindeki belirsizliğin merkezindeydi o adam. Sabırsızlıkla sertçe anahtarı çevirdi ve kapının usulca aralanmasını, içindeki karanlığı adamın gözbebeklerini kuşatan, öç alevlerine ulaşmasına tanık etti.
Belirsizliğin merak uyandırıcı mısralarına uyarak, meşalelerin zayıf huzmelerinin, loş koridoru kızılın ve turuncunun dansına göz yummasını izliyor, kulakları ise saniyeler geçtikçe arşa çıkan acı dolu haykırmalar ve taş zeminde yankılanan adımları ile okşanıyor idi. Turuncuya çalan alevleri takip etme arzusu damarlarında akan kana karışmış gibi vücudunun her yerinde hissediyordu karşı konulmaz arzunun sıcaklığını. Taş sarkıt ve dikitlerle bezenen, köşelerinde ince, beyaz ağların istila ettiği koridorun uzun süredir kullanılmadığı aşikardı zira sarf ettiği her adımda kalkan toz zerrecikler de bunu ispatlıyor idi. Elleriyle, duvarlar boyunca dizilen, pürüzlü taş tuğlaları ve birbiriyle olan açıklıklarını takip ediyordu, mazisinin bedbaht olay dizileri loşluğu parçalarına ayıran aydınlığa doğru ilerliyordu, ruhunun zarar görmüş yüzeyini karartır iken. Nefsine hakim olmaya çalışsa da sonuç nafileydi. Adamın yakarışları, zulmün boyunduruğundaki çığlıklarını duymasına mütevellit kendisine ıstırap çektiren belleği, iç dünyasında çiseleyen ve düştüğü yeri barındırdığı soğukla yağmalayan su tanecikleri yerini fırtınaya bırakıyordu. Lakin maziyi yaşatan zihnini dizginlenmek pek zordu. Bilhassa koridorun sonundaki kapı, meydana getirdiği ironik ve makûs yazgının ağırlığı altında ezmekteydi aciz vücudunu. Kapının yanında duran iki adamın, çığlıkları bastıran abes fısıltıları da sonlanmıştı Vladimir'in vücudu, loş ışıkların esaretinden azat edilince. Ciddiyetini koruyarak tanıdık suretleri izledi, büyücü bir süre. Gölgelerin mahkumu, kara örtülerin bezediği vücudunu, kapıya yaslamış adamın yüzü ise ona pek aşina gelen, gümüşi bir maske ile örtünmüş, efendisine yalnızca gözlerinin derinliklerinde yatan sadakati armağan ediyor idi. Tarikat müritlerine başıyla ufak bir selam verdikten sonra, parmaklarının demirin soğukluğunu absorbe etmesine göz yumarak, ardındaki olgunun vücut bulmuş olan imgelerini, düşlerinin seyran eylediği zihin sarayının yaldızlı kapısının içeri buyurdu, damarlarında kan intikam için kaynar iken. Kapıyı aralayacak kudreti iç muhaberesindeki umut kıvılcımlarında bulan büyücü için zaman yavaşlamış, realizmin ufkunda doğan somutluk yerini bir kez daha efkara bırakmıştı. Aklında yıllardır oluşturduğu katil profilin yüzeysel biçimleri yansıdı gözlerinin önüne, akabinde ise usulca şekle bürünerek renklerin yumuşak pastelliği ile hayat buldu söz konusu imge. Katilinin gözlerinin içine bakmadan, mahzenin belirsiz karalığına atılmadan evvel, bir arşe edasıyla hazır duruma getirdi asasını, duygu akım senfonisi çevresini sarıp sarmalarken. Hayal-i eşbahı'ndaki çatışmayı temsil eden orkestra, hızlı nağmelerin tiz akustiği ile kulaklarını kaplamaya devam ediyor, adamın hapsolduğu saniyelerin uzun dalgı akımının parmaklıklarını kırıyordu usulca. Tutsağın nihai nefesinin sıcaklığını düşleyen ruhunu tatmin etmek uğruna kapının ardındaki müphem çığlıklara doğru attı kendisini, pek geçmeden çizgi haline bürünmüş o dudaklardan ise yalnızca bir cümleyi armağan edilmişti iki mürite, harflerin mühim çağrışımı sükutu yoktan var ederek. Kim bilebilirdi ana dilinde sarf edilen cümlenin manasının kudreti bu denli tesir edebileceğini beyaza boyanan yüzleri? "Chto by vy ni slyshat', ne vkhodyat."(3)
Kapanan kapı sürgüsünün sesi, enstrümantal bir pes armoni edasıyla karanlığın ele geçirdiği ıssız odada yankılanıyor, gizlemeye nail olduğu nefret konçertosunun tiz nağmeleri ile bir ahenk içerisinde harmanlanıyor idi. Asabiyet eşliğinde odanın taş tavanının hemen altındaki demir parmaklıkların arasından sızan mehtap, katilin kara, gür bir sakalla örtünmüş suretine düşmekte idi meçhul olmayan hiddetin tesirindeki kahverengi gözleri sonsuz uykuya yenik düşmemek için çabalarken. Beyazın aydınlattığı acının pençeleriyle kıvranan zayıf beden, içini kamerin saf ışıklarıyla dans eden kanın doldurduğu kesiklerle süslenmiş paçavralarla örtünmesine karşın, göğüs kafesinin belirgin hatları rahatlıkla görülebilmekte idi. Parçalanmış ve kırmızıyla ıslanan bilekleri sert bir şekilde, paslı, zifiri zincirler ile beton duvarlara bağlanmıştı kesilmiş parmağından süzülen kan damlası, morlukların hükmettiği kolundaki tüyleri boyayıp, zemine ulaşırken. Boş bakan, yaşla nemlenmiş gözleri parmaklıkların ardındaki ebediyetin hoş ilahisinin etkisindeymiş edasıyla, kararan semanın ötesine, yaratıcısına doğru yakarırcasına çevrilmişti adeta. Acıma adı verilen sefaletten yoksun bir biçimde pisliği ve kanı içinde yüzen biçare adama adımlarını yaklaştırdı, Vladimir. Yüzünde ise saf nefret ve hiddet okunuyordu yalnızca. Tarikatın emellerine binaen bakanlığın sırları için işkenceye tabii tutulan eski baş seherbazın, çocuklarının ve karısının bahtiyar çehrelerinin varlığını ilelebet sürdüreceği ve yaşamın bağışlayıcı ilahına karşı olan son umudunun envaiçeşit harabelerinin kapladığı iç dünyasında attığı acı serzenişlerin ve ölüm arzusunun kudreti iliklerinde sezebiliyordu her şeye karşın adam. Acısını hissediyor, duyduğu pişmanlığın altında ezilen kahpe ruhunun karanlığını içine çekerek, tatmin oluyordu bizzat kendisi. "İtiraf et." Tükürürcesine haykırdığı insanoğlunun gözlerinin yaydığı dehşete kenetleniyordu bakışlar. O kadar yakındı ki parçalanan çehreye, yüz hatları boyunca dolan kanın sıcaklığını ve metalik kokusunu duyabiliyordu rahatlıkla. Sol eliyle yapıştığı nemli boyna yansıttı hissettiği öfkeyi. Lakin alabildiği tek yanıt, iradesi dışından gelen hırıltılar idi. "Değer verdiğim tek şeyi benden aldığını itiraf et." Sarstığı vücudun içerisindeki ruhun artık bir mevtadan ibaret olduğunu bilse de kabullenmek pek zordu yıllarını bu ana vermiş olan adam için. Abes yaşamındaki lüzumsuz rolünü oynamaya, tek bir kelimeyi işitebilmek için tutunmuştu oysa ki. Fakat onu kutsayan yegane unsur, hiçliğin kederli sesiydi. Kapadığı gözlerinden bir damla yaşı serbest bırakarak sıkıca kavradı asayı; isyanın kıvılcımları damarlarına işlenirken. Günlerce bu cevabın, kanla efsunlanmış dudaklardan çıkmasını beklemişti, beyhude. Lakin içinde bitmek bilmeyen kasırgayı dindirecek kudretten de mahrumdu artık. Ölüm meleğini selamlayan biçareye doğrulttuğu asanın kendisini bir enerji dalgasıyla kutsamasını bekliyordu adam, aklındaki kararsızlık sisleri efkarın arı ışıklarıyla kayboluyordu saniyeler içinde. İnanç adındaki fevri duygunun çekiciliğine tutunmuş, ilk defa sözcüklere dökeceği kelimenin yüceliğinin kölesi olan kalbi ise sevdiğinin kaybolan ruhunun hasreti ile alev almıştı. Pek geçmeden büyük bir umutla cereyan edilen büyü kelimesi, şemalsiz bedenin zihin kilidinin anahtarını var edecekti, ebediyetin mücerret huzmelerinin içinde. "Legilimens." Küçük mahzenin rutubetli beton duvarlarında seslerin aksedilip, zamanın somutluğu tahtından edilmesiyle, hüviyeti meçhul bir distopyanın kitap sayfalarının arasında buldu vehim denizinin tatlı damlacıklarıyla yıkanan ölüm yiyen, kendisinin ve katilinin ruhunu.
Kâh soyut ekspresyonizmin benliğini sayısız renklere bürüyen fırça darbeleri, kâh zaman tanrısının fermanıyla hiçliğin karanlığının içinde, zihin koğuşunda hapsolan envaitürlü anıların cılız parlaklarına doğru ilerleme arzusu ile tasvir edilir, hissedilen duygu keşmekeşi. Zira katilin mazisine giden patikalarla çevrelenmişti hayali vücudu. Lakin bu sefer ne aradığını biliyordu adam. Hürriyetine egemen olduğunu kanaat getirdiği vakit, yedi yılın ardından bir kez daha gördü onu. Bedük sessizliğin esaretine giren zihni inkıyat ettiği sayısız efkâr seyran ediyor, yarattığı alem-i eşbah içerisinde elvan çeşitliliğine bürünen imgeler beliriyordu. Geniş tebessümden dolayı kıvrılan dudaklarının hemen üzerinde yer alan açık kahve pigmentlerin dominant olduğu irisini çevreleyen gözleri kızın cazibe-i mutlakası, ebedi güzelliğinden ayrılmaya tenezzül etmiyor, gayri ihtiyari her geçen saniye daha da kenetleniyor idi bu duruluğa. Ay tanrıçası Selene’nin bedene sunduğu beyaz bahir lakin cılız ışık demetleri gencin havftan yoksun ruhuna muska etkisi yapan kızın suretinin latifliğini ak rengine boyuyordu. Arzularını bastırmakta zorlanan yüreğini kaplayan, saydam esintiyle örtünmüş üşüyen teni, kıza dokunabilme talebiyle isyan ederken geçmişin tırpanına takıldığını hissedebilmişti, adam. Bu anı ona ait değildi, bilakis göreceği katliamın görüntüleriyle ele geçirilen beyninde güç bulan aşkın yüceltilen emri ile dehşetin kapılarını açıyordu, ona. Tanya'nın açık gözlerindeki cansızlığını keşfetti pek geçmeden, keder vücuduna diz çöktürür iken. Anının acımasız görselleri değişmeden evvel, baş seherbazın ellerinde buldu sevdiğinin cesedini, kan gölünün üzerinde.
İradesi dışında anıyı değiştiren isyankar zihnin boyunduruğuna girmişti, yârini süsleyen pigmentlerin yerini karanlığa bırakmasıyla. Karşı koymadı bu güce bedenen aciz olan büyücü; foton esintisinin yaratılan cihanı kaplamasını, küllerinden yeni bir anı doğurmasını izliyordu usulca, matemin süregeldiği kalbi. Zira pek geçmeden kendisini farklı bir odada, farklı bir bedende bulmuş idi. Hükmedemediği ellerinin bir kapı kolunu kavradığını, saniyelerin geçmesiyle birlikte adamın belleğini tutsak eyleyen karmaşık duygularını iliklerine kadar hissedebiliyor idi. Kapının açılmasıyla, karanlığın merak uyandırıcı sükutu karşılamıştı seherbazın vücudunu. Kaslarının gerildiğini, düşsel sanrıların tesirinde olduğundan pekala haberdardı, karanlığın ötesinde yatan, küçük bir vücudu idrak edebilince. Ruhunun binlerce küçük parçaya ayrıldığını, dizlerinin üzerine çöktüğünü ve acının bağrını azgın alevlere bırakmasını yalnızca seyrediyordu bir çift gözün ardından. Evladının naaşı serilmişti tahta zemine; Beş yaşındaki oğlunun cansız, gecenin masumiyetini çalan, nemle bezenmiş gözleri babasının çaresizliğini izliyor, kadim ve ezeli cennetinin mühürlü kapısının aralandığını görebiliyor idi. Kolları her iki yana saçılmış, olmayan kurtarıcısını bekliyordu belki de hala yardım çığlıkları savurarak. Ufak ellerinin içinde boş bir aspirin kutusu duruyor, odayı aydınlatan sarı huzmelerle ölümün acımasızlığını gözler önüne seriyor idi, altın avizenin sarı huzmeleri saydam kutuya çarparken. Çocuğun son nefesinin sıcaklığı odayı sararken, babasının iç dünyası alevlere teslim olmuş, kül oluyordu yaşam arzusu. Günahsız ruhu ise yükseliyordu semanın ardındaki inkar edemediği güce doğru usulca, geriye ölümün soğuk esintisini bırakarak. Küçük, pembe dudaklarını ıslatan kanın yere doğru süzüldüğü, adam için mücerret coğrafyalarında depremler vuku buluyor, yüreğini evlat acısıyla bir kez daha harabelere çeviriyordu. Adamın zihninin derinliklerindeki acıdan uzaklaştığını hissetti büyücü, kendisini tekrar mahzenini rutubetli havasını solurken bulduğunda. Bir şey diyemeden ayrıldı, ölüm meleğiyle buluşan biçarenin huzurundan.
Mevtin ve yaşamın kesiştiği yolda yürüyordum cehennemin korlarına bakarken; karanlık sislerin arasından. Benliğime yön veren mazi bulanıklaşıyor, her adımımda çöken suçluluğun hükmünü giyerken; adaletin yargılayıcı bakışlarının arasından. Ölümü dinliyorum gözlerim kapalı. Önce hafiften bir rüzgar esiyor, ciğerlerimi kanla dolduran. Yavaş yavaş dökülüyor belleğimi bir araya getiren anılar, uzaklarda Azrail karşılıyor beni, bitmek bilmeyen fısıltısı ile. Ölümü dinliyorum gözlerim kapalı. Dünyevi acıyı geride bırakıyorum, parçalanan et yığınında ruhum arşa çıkar da tanrıya yükselirken. Vedalaşıyorum realizmin ufkunda beliren yüzlerle, benliğimi şekillendirenlerle. Tebessümüm yaşadığım özlemle parçalanıyor, soğuk meltemlerle donuyor içimdeki son umut damlası; üşüyorum. Zincirlerle bağlanan ellerimden süzülen her bir kan damlası, derimi vasi buzullara hapsediyor, günahlarım ise saklandığı mapushanenin parmaklıklarını kırıp, karşıma çıkıyor son nefeslerimi verirken. Yaşamım, bana sunulan istikbalimin parlaklığı, yaşayan iki çocuğumun mütebessim çehreleri için verdiğim çetin mücadeleyi sonlandırıyorum birden, yenilginin hicveden ağırlığında acı çekişerek. Bilincim de yokluğa tutunup, hayattan azat edilir iken görüyorum onu. Yoktan var olan umudum bahtiyar çehreme yansıyor, çektiğim acıya karşın ufak bir gülümseme yerleştiriyorum kanın metalik tadıyla bezenen dudaklarıma. O da beni görüyor, yanıma yaklaşıyor. Yekpare kudretimi, gölgelerin arasından çıkan müphem siluete bakmak için kullanıyorum. Kurtarıcıma.
NOT: İlk ve son paragraflar kaçırılan eski baz seherbaz Eduard L. Schrader'ın ağzından anlatılmıştır, ölümün benliği üzerindeki etkisinin daha iyi yansıtılması amaçlandığı için birinci tekil şahsın kullanılması da uygun görülmüştür.
Orta kısımda ise olaylar, eski bir ölüm yiyen olan Vladimir tarafından aktarılmıştır.
Luxa André Esrar Dairesi Başkanı
Gerçek Adı : ayşegül Mesaj Sayısı : 175 Kişisel Özelliği : esrarkeş Evcil Hayvan : pug
Konu: Geri: Andrej van Pavlovich - Yükseltme Salı 19 Ağus. - 20:40:05
Rp puanınız 100'e yükseltilmiştir. Keyifli rol oyunları dileriz.