Ysebel Moore Mitoloji Profesörü
Gerçek Adı : Nagehan Mesaj Sayısı : 29 Kan Durumu : Safkan
| Konu: Ysebel Moore Ptsi 18 Ağus. - 16:19:55 | |
| "Karanlığın ruhsuz saatleridir insanların melankolik düşüncelere daldığı vakitler. Gökyüzünün karanlığı insanın nacizane ruhuna yansımışçasına başlar bütün kâbuslar. İşte o vakitlerdir güneşin gökyüzündeki saltanatını hatırlatırcasına yükselmesi. Hayatta böyledir. Kadınlar dünyamıza girene dek o lanetli karanlığın içinde hapsolmuşçasına çırpınırız. Kurtulmak için yardım dileniriz, tırnaklarımızı etlerimize geçirir ve o büyük acıya rağmen sadece bir rüya olduğunu söyleyip dururuz ta ki acı dayanılmaz olup parçalanan etlerimizden damla damla kan akana dek. O an hayattan vazgeçtiğimiz andır. Ve o an, güneşimizin doğduğu andır. İşte insanoğlu buna aşk diyor. Aslında erkeğin cehennemine gönderilen kurtarıcı meleğe olan bağlılığıdır. Ve en sonunda, o melek öldüğünde yine aynı karanlığa mahkûm kalır erkek. Bir sonraki kurtarıcısını bekler. İşte doğunun büyüleyici manzarasında, bir gün ışığı gibi parıldayan o kadınla o zaman tanışmıştım. Hayatımın karanlığında. Bütün cesaretimin kırıldığı tam o anda gelip beni buldu. Ancak beraberinde getirdiği karanlığı fark edemeyecek kadar aydınlığına âşıktım. Soluğunu verişine bile hayrandım, nasıl fark edebilirdim ki? Sadece tesadüf diyordum. Onun için bir araç olduğumu fark ettiğimde bütün doğu karışmıştı. Muggle yapımı silahlar ve büyücülerin kullanmasının yasaklandığı o lanetler girmişti devreye. Sanki dünyanın sonu gelmişçesine büyük bir savaş vardı. Yıkım her yerdeydi. Ölümün uğramadığı ev kalmamıştı. Koskoca doğu yarım adası yok olmuştu. Bütün bunlar olup biterken, biricik sevgilimi öldürmek zorunda kalmıştım. İnsanlığın devamı için, biz büyücülerin bir sır olarak kalmaya devam etmemiz için onu öldürdüm. Sonuçta Juliet'in ölümünde birazcıkta olsa Romeo'nun da payı vardı öyle değil mi? Sonrasını hatırlamıyordum. Sanki büyük bir büyü yapılmışta o zamanlarda yaşananlar hatıralarımızdan silinmiş gibi, o günlerim tamamen karanlıktı. Sadece bulanık hatıralarım. Ve her biri ona ait güzel anılardı. İlk tanışmamız, gülümsemesini bir gün ışığına benzetmem ve ilk sevişmemiz. Bütün anılarım onun kahramanım olduğu günlere ait anılarımdı. Ve bütün bu yaşananlara rağmen, ne zaman güneşin doğuşuna şahit olsam, yüzümde buruk bir gülümseme oluşuyor. Sonumuzun böyle olmaması gerekiyordu, diyorum. Şu masallardaki mutlu sonlara kavuşmak bizimde hakkımızdı diye düşünüyorum hep. Ve çok sarhoş olduğum zamanlarda aklıma onu öldürdüğüm o an geliyor. O bakışlarını hatırlıyorum. Sanki gülümsüyor. Biliyor ki bu ölüm onun kurtuluşu benim de mahkûmiyetim olacak. Ve benim tatlı güneşim bütün günahlarıyla batarken, ben kendi karanlığımda yok oluyorum."
Saatlerdir soğuk suyun altında kendine gelmeye çalışıyordu. Bugün de diğer günler olduğu gibi çok geç uyanmıştı ve bu yüzden bütün gün çok yorgun hissedeceğinden emindi. Bütün gece babasının günlüğünü okumuştu ve sonrasında da uyumak onun için çok zor olmuştu. Bu yorgunlukla kendisini soğuk suyun altına attı. Her damla, çıplak vücuduna çarparken, acı çekmesine rağmen kendine geliyordu. Bir nevi işkenceydi bu. Babası aşka inanmayan güçlü bir büyücüydü. Kızını da tıpkı kendisi gibi yetiştirmişti. Ancak yine de zaman zaman Beatrice büyük babasının anılarını dinlemekten kendini alamazdı. Onun gözleri ile gördüğü dünya; kaostan uzak, mutluluğun esas ilkelerden biri olduğu bir dünya idi. Düşünceler, düşünceler, düşünceler... Banyonun soğuk mermerlerine attı adımını. Suyu kapatıp, havluyu es geçerek odasına ilerledi. Kaşmir halının üzerinde ilerlerken, düşünebildiği tek şey ailesine duyduğu özlemdi. Artık ne annesinin nefes alış verişlerindeki zarafeti izleyebilecek, ne de babasının varlığının verdiği güven duygusuyla kendinde olabilecekti. Damlaların üzerinden akışları yavaşlamıştı. Büyük havlusu içinde kaybolurken, baş ağrısının vücudunu fethettiğini hissedebiliyordu. Her zaman kendini diğer öğrencilerden soyutlamaya çalışmıştı ve bunu başarıyordu da. Her zaman dışlanmıştı herkes tarafından. Bunun sebebi seksi ya da acımasız olmaması değildi. Yani tek sebebi diyelim. Her zaman etrafındakilere karşı kalkanları vardı. Kimsenin aşmasını istemediği kalkanları... Sırf kırılmaktan korktuğu içindi bunlar. Saçlarından süzülen damlalar dikkatini dağıtınca, düşünmek için fazla çıplak olduğunu fark edince hızla giyinmeye başladı.
"Ben aslında kimim? Hiç kimse. Gereksiz bir bedende yaşayan aptal bir ruh."
Sessizce ortak salondan uzaklaşırken, çarptığı öğrencilerin bile farkında değildi. Boşluk muydu bu, yoksa soyutlanmasının umursamazlık derecesine ulaştığının bir işareti miydi? Bilinmezdi. Kendisine senelerdir cevaplarını asla alamadığı sorular soruyordu. Hayatı boyunca cevabını verebildiği tek soru vardı. O da ne olduğu, neler yapabildiğiydi. Metamorfmagus. Gece olmamasına rağmen havanın karanlığı hoşuna gitti. Karanlığı severdi, geceyi. Karanlıkta bazı şeyler gizlemek kolaydır. Bu yüzden aldatıcı görünse de, karanlık yüzüstü bırakıp gitmeyen, tek gerçek dosttu Beatrice'e göre. Aydınlık sizi terk ettiğinde, karanlıkla baş başa kaldığınızı fark edersiniz. Özlemini duyduğunuz ışığın ne kadar boş olduğunu fark edersiniz. Bir gün aydınlık geri döndüğünde, karanlığı göremezsiniz. Ancak o halen oralarda bir yerlerde sizi beklemektedir. Sadece ışık gözünüzü aldığından, göremezsiniz. İşte bu yüzden severdi Beatrice karanlığı. Adımlarını hızlandırırken, rüzgârın tadını alabiliyordu. Yağmur çiselemeye başlamıştı. Ancak bunun farkında bile değildi. Her zamanki gibi iç sesi konuşuyordu. Hüzün ve umutsuzluk? Belki de çaresizlik. Ayakkabılarının çamura bulanması biraz olsun dikkatini çekebilmişti. Ve yağmuru fark etti. Yukarıya baktı. Yağmur yeni fark edilmenin verdiği alınganlıkla suratını dövüyordu genç cadının. Büyük babası ona her zaman; iyi insanlar kötü şeyler yapmaya mecbur bırakılırlar ise yağmur yağdığını ve meleklerin o kişi için ağladığını söylerdi. Ne zaman yağmuru düşünse, aklına gelen ve yine cevaplayamadığı sorulardan çok daha fazlasını türetirdi. Özlüyordu. Neyi özlediğini bilmiyordu ancak, içinde büyük bir özlem vardı. Bir an durdu. Gözlerini kapatıp, derin bir nefes aldı. Ne zaman hüzünlense bunu yapardı. Bir Hufflepuff'lı olduğu için, ezilenler grubuna girerdi. Ve burada öğrendiği en iyi şey, "Asla gerçek duygularını ve gerçek seni göstermemelisin." idi. Çünkü biliyordu ki, bir başkasının yanında ağlar ya da sinir krizlerine girerse, bu Hogwarts içinde bir alay konusu olabilirdi. Ya da gerçek kişiliği gibi zayıf bir noktasını gün yüzüne çıkartırsa... Her gün lanet ediyordu kendine, hak ettiğim hayat bu mu, diye. Ve yine aynı şeyi yapmıştı, değişmişti. Bir başka Beatrice görüntüsüyle dolaşıyordu bu kalabalık koridorlarda. Tek istediği bir an için sadece kendisi olabilmekti. Yalnızlık, kesinlikle yalnızlık… Bir an tereddüt etse de, gözlerini yine aynı dünyaya açıp, ilerlemeye devam etti. Nereye gittiğini bilmeden, sadece bu aptal kalabalıktan uzaklaşabilmek, yalnız kalmak istiyordu. Yüzünü farkında olmadan düşünceli bir ifadeye bürümüştü. Yanından geçen mutlu çehreleri, yapmacık sevgileri ve onu garipseyen bakışları umursamamaya çalışarak, kendini boş sınıfa attı. İçerisi aydınlık değildi pek, ancak Beatrice bunu fark edemeyecek kadar dalgındı zaten. Ta ki, tanıdık bir ses tonu, onu delip geçinceye kadar.
'Lumos.' Işığın aydınlattığı simanın tanıdık olduğunu görünce, kendini konuşmaya zorladı. Boğazını temizlemeye çalıştıktan sonra, "Selam. Bence bu havada burada tek başına durmamalısın, neden dostlarınla değilsin ki?"dedi yalnız kalmayı umut ederek ve sıraları es geçip, masaların birine, bağdaş kurup oturdu. Çocuk- ki Beatrice bir an için karşısında bir adam duruyor sanmıştı- Beatrice'i yavaşça ve hiç saklamadan süzdükten sonra; 'Aslına bakarsan, pek sosyal biri değilimdir. Dostlarımın kitaplarım olduğunu söylersem, sanırım bana inanmazsın.' dedi gülümseyerek. Ardından sinsi bakışları ile Beatrice'i bir kez daha süzdükten sonra, yanına gelip oturdu. 'Peki senin burada ne işin var Beatrice? Senin dostların neredeler? ' Beatrice buruk bir gülümseme eşliğinde, onu uzun zamandır gizlice takip eden çocuğa baktı. "Benden daha iyi biliyor olman gerekiyor bence. Beni benden daha iyi tanıyan tek kişi sensin sonuçta. Bütün o gözlemlerin ..." Beatrice'i her görüntüsüyle görmüştü o. Herkesin aksine onu farklı karakterlere büründüğünde bile, tereddütsüz tanıyabilen tek kişiydi. Bunu çocuğun aşk kokan bakışlarından anlıyordu her seferinde. Ancak Beatrice aşka inanmazdı. Dostluğa inanırdı, paylaşıma inanırdı. Ama koca bir hayatın paylaşılması onu ciddi anlamda sıkan bir düşünceydi. Flörte inanırdı ancak. Zaten bu yüzden çocuğun o bakışlarına karşılık veriyordu ya. Bakışları boşluğa daldı bir süre. Büyük babasının anlattığı o romantik hikayelerinden biri geldi aklına. Sevgili eşi Dorothy ile olan ilk randevularını anlatmıştı. Aslında başka bir kız ile olan randevusuna hazırlanmak için Dorothy'den yardım istemiş. Heyecan ile randevu yerine erkenden gidip kızı beklemeye başlamışlar. "Bazen gözünün önündekini hemen fark edemezsin." demişti büyük babası. "Bir kıvılcım gerekli. Ya birilerinin seni itmesi ya da onu kaybetmen gerekir. Yoksa kolay kolay anlayamazsın. Hiç kimse gerçek aşkı tek seferde bulamamıştır. Hiç bir insan o kadar şanslı değildir." demişti. Saatlerce beklerken sadece yanındaki kızın güzelliği ile ilgilenmiş. Gecenin sonunda sevdiği kızın onu ekmesi ile çok üzülünce Dorothy onu en sevdiği mekâna, harika bir manzarası olan bir tepeye götürmüş. İçkileri de alıp o gece çıktıkları tepeden sabah sarmaş dolaş inmişler. İşte o gece Dorothy aşklarının ilk meyvesine, Beatrice'in babasına hamile kalmış. Büyük babası her zaman insan vücudunun oldukça dürüst bir şekilde tasarlandığından bahsederdi. Kızaran yanaklar, terleyen eller, titreyen ses tonu ve daha nicesi. "Yalan söyleyen insanın beynidir. Kalp asla yalan söylemez. Bu yüzden duyguları açığa çıkartma peşindedir. Güzel sözler duyduğunda yanaklara daha çok kan pompalar. Aşkı hissettiğinde hızlanır, hissedemediğinde ise kırılır. Bilim adamları duyguların beyinde gerçekleştiğini ne kadar savunsalar da yanlıştır. Kalp hisseder." Büyük babasını her zaman romantik bir insan olarak tanımlardı. Aşka olan inancı, şiirsel sözleri ve her zaman gülümseyen gözleri ile sevgi dolu biriydi. Kaybettiği aşkının ardından senelerce gözyaşlarını akıtmıştı. Terk ettiği için ondan nefret etmediğini söylerdi hep. Sadece ilk giden olduğu için kırgındı. Buruk bir gülümseme ile ölümün bile onları ayırmaya gücünün yetmediğini söylerdi. Büyük babası gerçek bir romantikti. Çiçekler ve mumlardan ibaret değildi. Şiir kitaplarından fırlamış, duygusal bir adamdı o.
"İyi ve kötü kavramlarının aslında kardeş olduğunu bilmezdim. Aşk ve nefret gibi… Aralarında çok fark olan bu duygular aslında aynı atadan gelirmiş, tutku. Belki de insanlarda da aynı durum geçerlidir? Aralarındaki farklara rağmen, birlikte yaşayabilmek… Birbirini kabullenebilmek… Büyük babamı gecelerce uyutmayan, sürekli düşüncelere dalmasına sebep olan şeyi her zaman kötü olarak gördüm. Tehlikeliydi. Birine kalbini vermek aslında insanın gerçekleştirdiği en tehlikeli hareketti. Çünkü sonu her zaman kötü biterdi. Masal kitaplarında anlatılan mutlu sonlar gerçek değildi. Çünkü henüz bir son değildi. Son ölümdü ve ölüm mutluluk değildi. Ne kadar korksam da, ne kadar kaçsam da en sonunda beni de yakaladı bu ölüm. Bu mutsuzluk. Bu tehlike... "
Karşısındaki tam bir yabancı olsa da; gece yarısına kadar o boş sınıfta kaldılar. Bütün konuşmaları sınıfa giriş anından ibaretti. Sessizce birbirlerinin soluklarını dinlediler. Beatrice bütün o aşka karşıt düşüncelerine rağmen, sevginin ya da sevgilinin görüntü gibi kalıpları milyonlarca kez aştığını anladı. Çünkü bütün gece, müziğin yokluğuna rağmen duyabiliyordu kalp atışlarının o melodik sesini. Her ne olursa olsun veya her kim olursa olsun, kendi benliğinden bir parça bırakır her büründüğü karakterine Beatrice. Ve işte bu Beatrice'in kendi benliğidir o çocuğun âşık olduğu.
| |
|
Maximilian Beljean Gelecek Postası Editörü
Gerçek Adı : G. Mesaj Sayısı : 120 Kan Durumu : Melez Kişisel Özelliği : Beyefendi Rp Partneri : Sedona
| Konu: Geri: Ysebel Moore Ptsi 18 Ağus. - 19:03:51 | |
| | |
|