Casimir Muttoone Seherbaz
Gerçek Adı : Çağkan Mesaj Sayısı : 18 Kan Durumu : Melez Taraf : Bakanlık
| Konu: melchor. C.tesi 2 Ağus. - 10:51:33 | |
| R'hllor Tapınağı, Lys.
Hava oldukça sakindi. İki gündür çektikleri fırtınadan eser kalmamıştı. Melchor ve kadırgada bulunanlar artık rahat bir nefes alabilirlerdi. Yollarını gizleyen bulutlar ortada olmadan birkaç ada üzerine kurulmuş Lys rahatlıkla görülebiliyordu. Limanın ardında yükselen koca R'hllor Tapınağı ise adaya başka bir hava katıyordu. Babası Maron'un anlattıklarına göre bu adalarda, tüccarlardan köylülere, denizlerden kölelere kadar her türlü insan yaşıyordu. Bu şehir fahişeleriyle de ayrı bir ün kazanmıştı. Melchor her ne kadar bu adanın zevklerinden tatmak istese de burada yapacak başka işleri vardı. Daha önemli işleri... Melchor bunları düşünürken, kaba bir sesle irkildi. Bu ses, Sör Arron Qorgyle'ın sesiydi. Mürettebata emirler yağdırıyor, düzgün davranmazlarsa onları Lys'in köle tacirlerine satmakla tehtid ediyordu. Sör Arron Qorgyle, babasının yirmi yaşından beri yeminli kalkanıydı. Melchor'a göre, babasının güvendiği az adamdan biriydi. Melchor, mürettebatın bağırışları arasından sıyrılarak üzerini değiştirmeye kamarasına çekildi. Aynı şeyi babasının yaptığını da göz ucuyla görmüştü. Ondan önce hazır olmalı ve askerle birlikte onu beklemeliydi. Üzerindeki Martell Hanedanına ait kıyafetleri kamarasındaki eski bir sandalyenin üzerine bıraktı. Dolaptan hemen keten kumaşlarını çıkararak üzerine geçirdi. İpekten sonra keten biraz kaşındırıyor ve rahatsız ediyorsa da sade giyinmeliydi. Gösterişten uzak olmalı, Lys halkından biri gibi görünmeliydi. Hazırlıklarını tamamladıktan sonra kamarasından çıkarak askerle birlikte babasının kamarasından çıkmasını beklemeye koyuldu. Birkaç dakika içinde babası çıkmıştı. Ardından adaya neden geldiğimizle ilgili bir konuşma yaptı. "Buraya Işık Tapınağı’nın büyük rahiplerine danışmak için geldik. Şaraphanelere, kumarhanelere ve kerhanelere girmenizi yasaklıyorum. Girdiğinizi duyarsam ya da görürsem emin olun hadım edilir ve o pek sevdiğiniz yastık evlerinde göt oğlanı olarak çalışmak zorunda kalırsınız." Babası, oldukça etkili konuşmuştu. Fakat geçmişte böyle biri değildi. O da Melchor gibi eğlenceye, kadınlara ve sekse düşkündü. Zaten bunları bir araya gelmesiyle Melchor dünyaya gelmişti. Yanındaki askere dönerek babasının geçmişteki halinin şu an kendi haline nasıl benzediğini anlattı. Küçük bir gülüşmeden sonra Melchor, babasıyla göz göze geldi ve kendine çeki düzen verdi. Şöyle birkaç saniyeliğine etrafa baktı. Limanda kendi kadırgaları dışında da gemiler bulunuyordu. Bunlardan birinin Volantis'e, diğerinin Braavos'a, öbürünün ise Qarth'a ait olduğunu anlamıştı. Tabii neden burada olduklarını bilmiyordu. Volantis'e ait geminin bir savaş gemisi olduğunu anlamıştı fakat neden buradaydı? Yani, bir savaş gemisinin Lys'te ne işi olabilirdi. Onu düşüncelerinden çıkaran yine Sör Arron Qorgyle olmuştu. Askerlere bağırıyor, hatta küfrediyordu. Babası ve Melchor için yolu açıyordu fakat aynı zamanda insanlardan küfür yiyordu. Melchor ve babası askerlerin ortasında yürüyordu. Babasının sözleri onu bu karmaşadan birkaç saniyeliğine olsa da kurtarmıştı. "Bugüne kadar davranışlarını yargılamadığımı biliyorsun, evlat." Dedikleri doğruydu. Melchor'un yaşamının ünü Westeros ve ardına yayılmıştı. Yaşamı hakkında düşüncelere dalacakken babası onu düşüncelerinden alıkoymuştu. "Tapınağa benimle birlikte gireceksin. Sen, benim kanımdansın." Babasının inancını daha yakından tanımak istiyordu aslında. Tapınağa birlikte girmelerine mutlu olmuştu. Babasına teşekkür edercesine baktı. Tapınağa ulaşmaları uzun bir zaman almıştı. Hem sokakların daracık olması hem de babasının bacağı yüzünden uzun bir yolculuk olmuştu. Yirmi dört basamaklı tapınak girişinin iki yanında da ateşler yakılmıştı. Her türlü insan burada dua ediyordu. Dorne'da yakılan ateşlerden ve edilen dualardan alışıktı buna Melchor. Hatta Dorne dışında da ateşler yakılıp dualar edildiğini duymuştu ama bunların sayısı azdı. Yirmi dört merdiveni çıkmak gerçekten uzun sürmüştü. Fakat bu uzun çıkışın ardından kapıda boyları fazlasıyla uzun otuz beş savaşçı bulunuyordu. Yüzlerindeki alev motifleri hemen fark ediliyordu. Kapının tam ortasında ve önünde ise kırmızılara bürünmüş ateş rahibi bekliyordu. Babasına "Sizi bekliyorduk, Prens Maron." demişti. Ateş rahibinin sözleri ardından kapı açıldı ve Melchor ile babası içeri girdiler. Melchor daha önce Lys'te bulunmuştu fakat tapınağın yanına bile yaklaşmamıştı. Özgür şehirlerin herhangi birinde bir inancın yakınından bile geçmemiş, sadece o şehirlerin güzelliklerinden tatmıştı. "Buraya yelken açtığımı ateşlerinizde mi gördünüz?" Bu soruyu babası, R'hllor rahibine sormuştu. Geldiğimizden haberleri yok muydu, yoksa geleceği mi görebiliyorlardı. Melchor bu tip sorularla kafasını meşgul ederken rahipten cevap geldi. "Geçmişi ve geleceği. Yaşanmışları ve yaşanacakları. Işığın Efendisi ateşlerdeki imgelerle bizimle konuşur. Bu konuya yabancı olmadığınızı biliyorum. O, size de geldi mi?" Ortada bir cevaptı ama biraz da açıklayıcıydı. Babasına gelen de kimdi acaba diye düşündü bir an. Babasının cevabıyla düşüncelerinden uzaklaştı yine. "Evet." Babasının sesinde bir korku seziyordu. Yıllardır duymamıştı böyle bir tonlama. Biraz irkilmişti Melchor. Burada neler dönüyor diye kendi kendini sorgulamaya başladı. Düşünceleri arasında yürüyüş son bulmuştu. Görkemli bir odaya varmışlardı ve odada iki rahip daha vardı. Odanın ortasından yükselen koca bir ateş vardı ve rahipler ateşe bakıyorlardı. Melchor, babası ve yanlarındaki rahip de bu ateşin yanında yerlerini aldılar. Onları buraya getiren rahip sormuştu. "Bize ateşte ne gördüğünü söyle, Prens Maron." Herkes ateşe bakıyordu. Fakat Melchor bir şey göremiyordu. Uzun bir süre detaylı baktı. Ateş, sanki yüzünde dans ediyordu. Basit bir ateş değildi bu. Fakat ateşin dansından bir şey görme zamanı Melchor'a ait değil, babasına aitti. Birkaç saniye sonra babasının sessizliği bozuldu. "Gece karanlık ve dehşet dolu." Sesi titrekti. Babasının yüzünde dans eden ateşten pek bir şey anlamıyordu fakat babası ve onlara refakat eden rahip arasındaki konuşmalar önemliydi. Bu kehanetlerden anladığı iki şey vardı. Azor Ahai ve bu kişinin kendi hanedanlığından olduğuydu. Babasının nefessiz kalmasıyla ağzından "Valar Morghulis." sözleri çıktı.
Güneş Mızrağı Kalesi, Dorne.
Bir önce yola çıkmışlardı aynı yerden. Doğal olarak biraz yorgun düşmüşlerdi. Dönüş yolculuğu sırasında havanın bozmaması onlar için çok iyi olmuştu. Demir aldıkları yere geri dönmüşlerdi. Melchor ipek kıyafetlerini giymiş ve Dorne şarabıyla yaptığı kahvaltısından büyük bir zevk almıştı. Buradan kayıklarla karaya çıkacaklar ve atlarla Güneş Mızrağına gideceklerdi. Dorne'un kavurucu sıcağı altında yürümek gerçekten zordu. Bu sıcakta tayfanın çoğu üstsüz dolaşıyordu. Herkes sıcaktan bayılacak seviyeye gelmişti. Yolculuklarından dönerken Melchor'un aklına sadece bir şey takılıyordu. Ateşin içindeki kehanetler ve tabii rahibin babasına söyledikleri. Bunların yanında tabii küçük eğlence ve zevklerinin düşünceleri vardı fakat o düşünceler artık geri planda kalmıştı. Yani bu süre zarfında geri planda kalmışlardı. Bir süre sonra Su Bahçelerine ulaşmışlardı. Pembe havuzlarla süslenmiş sahilde çocuklar oynuyordu. Aynı Melchor ve kardeşlerinin oynadığı gibi. Bir an için geçmişe dalmıştı. Babasının sözleri bu dalgınlığa daha derinlik katmıştı. "Asırlardır bu bahçeler Dornelu çocuklara ev sahipliği yapıyor. Burada huzur buluyorum evlat. Sen ve kardeşlerin, tıpkı benim ve kardeşlerimin oynadığı gibi bu bahçelerde oyunlar oynadınız. Unutma Melchor, bu bahçeler Dorne’un kalbidir." Su Bahçelerinde çok durmadan ahırdan atlarını alarak Güneş Mızrağına doğru yola koyuldular. Melchor beyaz bir at almıştı. Babasının aksine beyaz renkli atlardan hoşlanıyordu o. Artık piçliğin getirdiği bir özellik miydi, bilmiyordu. Atlarını güneş mızrağına sürerken bir yandan Dornelu Adamın Karısı adlı şarkıyı söylüyordu. Melchor da şarkıya eşlik ediyordu. Karşılarına çıkan Güneş Mızrağı manzarasında ilk göze çarpan Mızrak Kulesi olmuştu. Bu kule oldukça uzundu ve tepesinde bulunan on metrelik mızrak güneşte parıldıyordu. Ardından Güneş Kulesi görüldü. Bu kule ise ihtişamıyla öne çıkıyordu. Altından tepesi kavurucu güneşin altında adeta dans ediyordu. Asırlar Dorne'u yöneten prens ve prenseslerin evi olmuştu. Güneş Mızrağının altında yer alan şehir ise Melchor bildiği bazı şehirlerle kıyaslandığında basit bir kasaba gibi duruyordu. İhtişamdan uzaktı fakat bir o kadar karmaşık ve doluydu. Duvarlara yaklaşırken Sör Arros Qoryle, Martell Hanedanı'nın simgesini taşıyan sancağı kaldırmıştı. Melchor ise Lys'ten aldığı fil kemiğine oyulmuş savaş borusunu var gücüyle üfledi. Ardından askerler Üç katlı Kapı'yı açmışlardı. Bu kapı onları doğrudan Güneş Mızrağı Kalesinin avlusuna çıkarmıştı. Onları, kalenin üstadı Theobald ve kale garnizonu karşılamıştı. Bu karşılamanın ardından Melchor atından inerek odasına çekildi. Öncelikle kıyafetlerini çıkararak sıcak bir duş aldı. Ardından çıplak olarak duştan çıkarak yardımcılarından birini çağırdı. Ona, odasına uygun birini göndermesini istedi. Gemide geçen uzun bir sürenin ardından kendini rahatlatması ve eğlendirmesi gerekiyordu. Hala ıslak olan vücudunu umursamayarak yatağa uzandı. Bir süre sonra yardımcılarından biri kapıyı çaldı ve içeri girdi. Melchor onun birini getirmesini beklerken o, babasından bir haber getirmişti. "Prens Maron sizi çağırıyor efendim." Bir hışımla yataktan zıplayarak kalktı Melchor. Üzerine dolabından ipek ve Martell Hanesi desenli kıyafetlerini çıkardı. Hızlıca giyinerek taht odasına doğru yola koyuldu. Dolambaçlı bir yürüyüş ardından taht odasına varmıştı. |
| |
|
Valeria Nerissa Wesley SYB Profesörü & Ravenclaw Bina Sorumlusu
Gerçek Adı : Ebrukot. Mesaj Sayısı : 137 Kan Durumu : Melez. Taraf : Bakanlık. Kişisel Özelliği : Hafif Ukala. Rp Partneri : Crownie.
| Konu: Geri: melchor. Paz 3 Ağus. - 12:42:53 | |
| RP Puanınız: 83 AO'ya hoşgeldiniz. Keyifli rol oyunları dileriz ^^ | |
|