|
|
| Crossing path. | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Lucian Langeais Uluslararası Sihirsel İşbirliği Dairesi Başkanı
Gerçek Adı : Ece. Mesaj Sayısı : 11 Kan Durumu : Safkan. Rp Partneri : Frøydis, light of my life.
| Konu: Crossing path. Çarş. 3 Eyl. - 20:13:51 | |
| | |
| | | Lucian Langeais Uluslararası Sihirsel İşbirliği Dairesi Başkanı
Gerçek Adı : Ece. Mesaj Sayısı : 11 Kan Durumu : Safkan. Rp Partneri : Frøydis, light of my life.
| Konu: Geri: Crossing path. Çarş. 3 Eyl. - 20:14:41 | |
|
Eylül 2089. Neredeyse haftalardır süren mektupların nihayet bitmesi gerektiğine inanan Lucian Langeais masasının kenarına yaslanmış ve bıkkın bir ifadeyle kendisini sürekli rahatsız etmekten sadistçe bir zevk aldığına inandığı kadını bekliyordu. Sahiden kim adamın en başta fazlasıyla kibarca - ki Langeais'nin kibar yanı o kadının inatçı mektuplarına ve ısrarlarına rağmen uzun sayılabilecek bir süre tavırlarına hakim olmuştu - kendisinin bir çözüm getiremeyeceğini ve kadına bir yardımda bulunamayacağını belirttiği o mektuba karşın neredeyse aynı şeyleri tekrar tekrar ona yazabilirdi ve kim adamın gittikçe sertleşmeye başlayan bir dil ve bir bakanlık başkanına yakışmayacak kabalıkta yazılmış bir mektupla ona yardım edemeyeceği söylenmesine rağmen adamı çıldırtana kadar ona mektup yollamayı sürdürürdü? Adam en sonunda birkaç gün önce odasına gelmesiyle birlikte içeri dolmaya başlayan mektuplardan bıkmış bir şekilde kısa ve zoraki bir kibarlıkla bir mektup yazmıştı Froydis V. Solskjaer'e. "Bayan Froydis, ısrarcı mektuplarınızın başka konular üzerinde çalışmamı engellemesi ve beni her saat başı daha da sinirlendirmesi sebebiyle sizinle görüşmeyi kabul ediyor ve bu mektuplara bir son vermenizi diliyorum." Ya da bunun gibi bir şey yazmıştı, öyle bir anına gelmişti ki bunun kadar kibar bir dille yazıp yazmadığına emin olamıyordu. Yüzüne hafif, eski günlerinden kalma acımasız gülümsemelerinden biri yerleşti, uzaktan baktığınızda neredeyse çekici olarak bile anlaşılabilecek bu gülümseme, adamın gençliğinden ve anılarından kalan en somut anılardan biriydi, bedenindeki yara izlerini saymazsanız.
Ellerinden biri çenesini kavrarken tıraş olduğuna lanet etti, sinirli olduğu anlarda yaptığı bu hareket sakalları olmadığında kendisini sakinleştirmiyor, aksine üstüne çok daha büyük bir öfke ekliyordu. Oysa o an sadece sakin olmalıydı, bu altı üstü kendisini taciz etmekten zevk alan orta yaşlı bir kadınla, kadının olacağını düşündüğünden çok daha kısa sürecek ve fazlasıyla da yavan geçecek bir görüşme olacaktı. İtiraf etmek gerekirse üzerinde insanları fazlaca sinir ettiğine emin olan o umursamaz, soğuk ve hissiz Langeais maskesini takarak bu işi kadın geldiği anda çözebilirdi. Sadece bekle ve gör dedi kendisine yine de, bekle ve nasıl bir kadın olduğunu gör ki başından savmak kolay olsun. Ön saflarda yer aldığı zamanlardan kalma bir alışkanlıktı bu, gerçi o zamanlarda amacı düşmanını, hedefini izlemek ve sadece o zayıf, kapatılmaya çalıştığı için adamın gözüne daha da batan noktayı bulmak ve onun üzerine yürüyerek karşısındakini etkisiz hale getirmekti. Neden bu yolu kendisini gece ve gündüz demeden rahatsız eden bu Norveçli kadın için de uygulamasındı ki? Üstelik bu sefer amacı bir şey öğrenmek ya da ondan çok daha basit olan öldürmek olmayacağına göre, işi çok daha kolay olacaktı. Derin bir nefes aldı, annesinin yaşıyor olmasını nasıl da isterdi o an. İnsanlara, yardıma ihtiyacı olsun ya da olmasın kucak açmayı çok iyi bilen Béatrice elbette o tahta kapıyı açacak kadını Lucian'ın yapamayacağı bir sıcaklıkla karşılar ve ona gerçekten yardım etmek için her şeyi yapardı. Ne yazık ki kuzular için dua etmiş olan annesi, kurtlar yetiştirmişti ve belki oğlunun nasıl bir adam olduğunu hiç görmemiş olması onun için çok daha iyiydi.
Kapı çaldığı sırada adam hala içindeki hayaletlere hesap vermekle meşguldü. İlk kapı çalınışını duymamıştı dolayısıyla da. Ancak ikinci ve bu kez daha ısrarlı olan sesi duyduğunda derince bir nefes aldı, saatine baktı bir an için ve "Girin." Dedi, soğuk bir kibarlıkla, gelenin bir türlü bitmeyen mektupların sahibi olduğunu düşünüyordu. Kapı açıldığındaysa o olamayacağın karar verdi.
"Kimi aramıştınız?"
En son Lucian Langeais tarafından Çarş. 3 Eyl. - 20:19:08 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Frøydis V. Solskjær Hvor De Ville Roser Vokse Sahibesi
Gerçek Adı : Ege Mesaj Sayısı : 12 Kan Durumu : Melez Rp Partneri : Lucian, my love.
| Konu: Geri: Crossing path. Çarş. 3 Eyl. - 20:20:37 | |
|
With all this fever in my mind, I could drown in your kerosene eyes Oh, you're just a riddle in the sky And I will question every wind if they gone through the glow of your eyes Oh, you're just a riddle in the sky. * Hiçbir şey kolay olmamıştı. Çoğu zaman ayaklarına, bileklerine ve baldırlarına sarılarak kendisini kötücül karanlık dehlizlerine çeken depresiflik ve hayattan kopma duygusunu geçiştirebilmişti. Birkaç kez başarısız olmuş olsa da bu konuda annesinden daha başarılı olduğu bir gerçekti. Dengesiz ve tatminsiz bir insan haline gelmiş, kişiliği yapraklarını dökmüş ve bir daha onlara kavuşamamış, gün geçtikçe kurumuş ve cansızlaşmıştı babasının kaybolduğu günden beri annesi. O olay olduğu gün haber verdikleri görevlilerin bazılarının önerdiği gibi onları terk etmiş olduğuna inanmıyordu, öyle biri değildi babası. Ailesini bilinçli olarak terk etmezdi. Annelerine olan sevgisi bitse veya aralarında bir geçimsizlik baş göstermiş olsa bile çocuklarını bırakıp gitmez, bunu güzel bir dille çocuklarına anlatır ve boşanma davasını açtıktan sonra da onlarla eskisi gibi ilgilenirdi, yalnızca başka bir evde yaşayarak. Hayatlarındaki tek değişiklik bu olurdu. Lakin böyle değildi ve bunun gibi yüzlerce olasılığı saplantılı bir strateji uzmanının yapacağı bir biçimde zihninde defalarca ama defalarca ortaya koyduğunda, incelediğinde, ters yüz ettiğinde, ekleyip çıkarmalar yaptığında geriye kalan tek ve güçlü olasılık babasının kaybolmuş olduğuydu. Kaybolma sebebini, kaybolduktan sonra başına neler geldiğini ise bilmiyordu; bunun üzerine düşünmeyi her ne kadar reddetse de olasılıklar dolu taneleri gibi kafatasının duvarlarına çarpıyor, her bir kötü düşünce musibet dolu bir kara masalın sözcüklerini çağırıyor ve katlanılamaz bir düşünce yığını doğuruyordu. Yıllarca bunlarla boğuşmuştu. Kristal bardak misali çocuklukta feleğin sillesini yiyen ve hayatın haksızlığına uğrayan her çocuk gibi içten çizilmişti bardağı. Normal hayat akışı dışarıdan yontar ve şekillendirir, her bardakta farklı bir zanaatkara dönüşür ve bardağın kendine has yapısıyla iyice özgünleştirirken acı hayat içten keserdi bardağı. Dış süsler göstermezdi lakin iç kesikleri sızlatırdı; acıdan ağlatmazdı içtekiler, insana kendi içini tırmalatır, çaresizce döndürüp dururdu o sızıyla baş dönene dek. Yıllar geçtikçe kesikler genleşen bir bardakta nasıl büyürlerse öyle büyürler, genişlerlerdi ve boşluk dolmasa da artık kanıksanırdı, birlikte yaşaması öğrenilirdi. Yıllarca bunlarla boğuşmuştu o da ve ne kadar birlikte yaşamayı öğrenmiş olsa da sebebini ve olanları öğrenmek istiyordu. Küçük bir kız olduğu için önce tatlı davranılmış, bir yerden sonra sıkılınmış ve kendisine verilen cevaplar artık konuyu kapatması gerektiğine kadar vardırılmıştı ve o da susmuştu bunun üzerine. Başka insanlara sorduğu soruların muhatap kabul edilecek yaşa gelmesi için reşit olmasının gereği onu sürekli deli etmiş, bürokrasi midesini bulandırmıştı. Büyük adamlar ve kadınların sadece burunları büyük değildi. Büyük adamlar ve kadınların bütün uzuvları o kadar büyüklerdi ki küçük insanlarla aralarında ancak git gide küçülen insanlardan oluşan bir zincirle iletişim kurabiliyorlardı. Direkt bir iletişim imkansızdı sanki, büyük insanlar fazla büyüktüler ve maazallah küçük insanlara şöyle bir elleriyle dokunup kilometrelerce uzağa uçurabilirlerdi veya üzerilerine oturup onları ezebilirlerdi. Kim isterdi ki bunu? Tedbirli olmak büyük insanların suçu muydu yani? Ne kadar da küçük beyinleri vardı, bunları bile düşünemiyordu küçük insanlar. Bu küçük insanlardan biri olan genç kadın karşısında küçük bir masada oturan kendisinden biraz daha büyük insanın üzerinden gözlerini çekmiyordu ve onu taciz etmekte ısrarcıydı, kapının ötesindeki büyük insanı görmekte ısrarcı olduğu gibi. İçeri girmesine ne kadar kaldığını bilmek istiyordu ve kolları göğsünün altında kavuşmuştu, üzerinde ince mavi bir gömlekle beyaz dar bir pantolon vardı. Bu kıyafeti ve mavi bez ayakkabılarının içinde bulduğu bina için genç ve uygunsuz olduğu biliyordu fakat umurunda değildi, iş görüşmesine gelmemişti. Aslında oldukça kibar bir insandı ve bu tür şeylere oldukça dikkat ederdi eğer normal şartlar altında bir görüşme yapacak olsaydı. Ne var ki bu adamla aralarındaki durum normal şartları kapsamıyordu, belki de onu daha fazla sinir etmek için giyim tarzını önemsemediğini fark etti durumu değerlendirirken. Aylardan beri mektup yağmuruna tuttuğu adamı beyaz uzun saçlı, belki de at kuyruğu olan ve boynundan fularını eksik etmeyen bir 'mösyö' olarak canlandırmıştı. İsmini inanılmaz bir ağdayla telaffuz ederek her seferinde kafasında dalga geçtiği bu adam zihninde o mektupları aldığında sinirle fularını bir sağa bir sola savuruyor, kibarcık sesiyle çileden çıktığını belirten bir şeyler bağırıyordu sekreterine. Sekreter kendisine içeri girebileceğini söylediği zaman kalkıp kapıyı açtığında masanın önünde duran adam dudaklarının arasından üfledi ve zihnindeki adamı bir sis gibi dağıttı. Yine de şaşkınlığı yüzüne yansımadı, kendisine özgü ifadesiz buzluğunu korudu. "Merhaba Bay Langeais, ben Frøydis Solskjær." Az kalsın 'mösyö' diyecekti.
| |
| | | Lucian Langeais Uluslararası Sihirsel İşbirliği Dairesi Başkanı
Gerçek Adı : Ece. Mesaj Sayısı : 11 Kan Durumu : Safkan. Rp Partneri : Frøydis, light of my life.
| Konu: Geri: Crossing path. Çarş. 3 Eyl. - 20:22:12 | |
|
Karşısında duran genç kadının beklediği kadın olmayışını açıklayabilecek yalnızca tek iki seçenek geliyordu adamın aklına, ilki iki tane Froydis Solskjaer olduğuydu, birinin, diğerinin aksine V'yle başlayan bir adının daha olduğu, ya da ikinci ve kesinlikle kabul etmek istemediği seçenek; adamın yanılmış olduğu. Hangisi olursa olsun karşısındaki kadın kesinlikle orta yaşlı ve kedi kokan, az da olsa çatlağa benzeyen bir kadın değildi. O tahta kapının önünde mavi ve beyaz giysileriyle duran, fazlasıyla genç - mezun muydu acaba? - bir kadındı ve gözleri şaşkınlıkla kocaman oldu çok kısa bir saniye, karşısındaki buz mavisi gözlerin bunu yakalayamadığını biliyordu ve yakalayamamalarını sağlamak için de soğuk kibarlığı bir kenara bırakıp tamamıyla soğuk bir yüz ifadesi takındı, gülümsedi sonra çok hafifçe, "Nihayet sonu gelmez mektupların sahibini görebilmek oldukça hoş. Lütfen oturun." Dedi, kendisi kıza masasının önündeki rahat koltukları gösterirken bedeni de meşe masadan kalktı, bir an sandalyesine mi yoksa kadının oturmadığı koltuğa mı oturması gerektiğini bilemedi lakin bir ses ikinci seçeneğin daha iyi olacağını fısıldayınca döndü ve deri koltuğa oturdu. Karşısındaki genç kadının masmavi, adamınkilerden de açık renk gözlerinden ayrılmamış olsa da gözleri, onun beyaz teni ve güneş sarısından da açık bir renkteki saçlarını fark etmeden edememişti. Hayal edeceği gibi bir Norveçliydi kadın, ne kadar Norveçlilerin çoğunun sarışın olmadığını bir yerlerde duymuş olsa da. Ancak tüm bunların yanında, neredeyse büyüleyici olduğunu söyleyebileceği bu gözlerin ve bedenin arkasında onun kendisini aylardır rahatsız eden ve adamın cevabındaki hayırı anlamayan sinir bozucu kadındı ve bu karşısındaki kadının güzelliğini neredeyse örterek gösteriyordu adama.
"Bakın, bayan Solskjaer, sizinle görüşmeyi kabul etmemin sebebi babanızı bulabilmeniz konusunda size yardım edebilecek olmam değil kesinlikle. Sizinle görüşmeyi kabul ettim çünkü aylardır bıkmak bilmeden yazdığınız mektuplarınız rüyalarıma, kabuslarıma demeliyim, bile girmeye başladı ve artık ne yazık ki başa çıkamıyorum." dedi adam, koyu renk bir gömlek ve kumaş pantolonu vardı o gün üzerinde. Sabahki beyaz gömleği ve koyu bir maviyle gri arasında kalan renkteki kravatı öğle yemeğinde beceriksiz bir stajyer sebebiyle lekelenmişti ve adam da bunu giymek zorunda kalmıştı. Giysilerinin çalıştığı yerle hiç uyuşmadığını düşündü bir kez daha, sonra karşısındaki kızın spor ayakkabılarını fark ettiğinde az da olsa rahatladı. Genç kadının yanında adam çok şık bir restoranın garsonu gibi kalıyordu. "Size daha önceki mektuplarımda da söylemiş olduğum gibi babanızın kaybolmasıyla ilgili tutulmuş dosyayı birkaç kez inceledim ve seherbazların da, dedektiflerin de işlerini layıkıyla yaptıklarına inanıyorum. Ve size söyledikleri iki ihtimalin de ne kadar canınızı yakıyor olabileceğini anlıyorum ancak benim bu konuya ekleyebileceğim başka hiçbir şey yok. Bunu size daha önceki mektuplarımda da yazmıştım. Eğer babanızın gittiğine ya da öldüğüne inanmıyorsanız bu kaçırıldığına inandığınız anlamına gelir. Babanızı kim, neden kaçırmak istesin?" dedi sonra adam, sesini oldukça sakin ve kibar tutmaya çalışıyordu ve kızın bakışlarından bir saniye bile ayırmıyordu griye dönmüş gözlerini. Karşısındaki kadının bakışlarında yalnızca çok acı çekmiş insanlarda gördüğü bir ifadeyi yakalamıştı kendisi konuşurken, hatırlamanın çok acıttığı günlerin anısını görmüş olduğunu düşündü ve gerçekten de o kadına yardım edebilmeyi istedi bir an için, ama yapamayacaktı. Ivor Solskjaer'in dosyasına bakmış, hatta araştırmanın başındaki seherbazla dahi konuşmuştu. Ivor'un kaçırıldığını düşünmüyorlardı zaten o gün adamın geçtiği yolda tuhaf bir olaya da rastlanmamıştı. Bakanlıktan her zamanki saatinde çıkmış ancak evine dönmemişti. İş arkadaşlarından bir kaçıyla dahi az çok konuşmuştu, adamın gizli bir dosya üzerinde çalıştıklarına dair bir işareti kimse hatırlamıyordu ve genellikle böyle şeyler asla unutulmazdı. Herkesin hem fikir olduğu tek bir şey vardı; Ivor ailesini canı pahasına da olsa bırakmazdı.
| |
| | | Frøydis V. Solskjær Hvor De Ville Roser Vokse Sahibesi
Gerçek Adı : Ege Mesaj Sayısı : 12 Kan Durumu : Melez Rp Partneri : Lucian, my love.
| Konu: Geri: Crossing path. Çarş. 3 Eyl. - 20:23:48 | |
|
Did I fall or was I pushed Then where's the blood? I can't take the pressure No one cares if you live or die They just you me gone They want me gone *Kendisini karşılayan ve ona oturmasını işaret eden adamın mösyö olmaması belki de kötü bir şeydi. Hayalindeki o adam karikatürlerden fırlamış gibiydi ve onunla konuşmak büyük ihtimalle daha kolay, en azından eğlenceli olurdu her şeye rağmen fakat karşısındaki adamın konuşması kasıntı ve zorlama bir kibarlıktaydı. Mektuplarından duyduğu huzursuzluğu anlatırken çehresini hafif bir gülümseme kaplayabilirdi kendisini rahat bıraksaydı fakat yapmadı. Evet, adamı kelimenin tam anlamıyla taciz etmişti ama adam da bunu hak etmişti. Reşit olduğu gün yaptığı ilk iş bir bara gidip gece kusturacak kadar içki içmek veya büyüklerin mekanlarına elini kolunu sallayarak insanlarda dizgininden boşanmış bir kukla izlenimi uyandırarak girmek değil Bakanlık'a mektup yazmak olmuştu. Babası bir Büyüceşura hakimiydi fakat davası yıllar önce, genç kadının kendi aralarından biri için çok kısa sürede kesilmiş olduğunu düşündüğü bir şekilde kapandığı için oraya yazdığı mektuplara artık cevap alamıyordu. Bu yüzden mektubu en mantıklı bulduğu, gözüne kestirdiği adama yazmıştı: Uluslararası Sihirsel İşbirliği Bölümü Başkanı. Zihninde sonsuz kollarıyla uzay boşluğunda salınan ve dünyayı sarmış et pembesi mistik bir ahtapot görüntüsüyle bağdaşmıştı bu adam. Dünyanın her tarafında sayısız bağlantısı olmalıydı ve bu bağlantılar genellikle üst rütbeleri kapsıyor olmalıydı. Böyle bir adam kayıp birini bulmak için biçilmiş bir kaftandı, eğer yardım etmeye istekli olsaydı. Aldığı ilk cevap kibar bir şekilde kendisine yardım edemeyeceğini, davanın kapandığını ve devam etmesi için yeterli delil bulunmadığını, iddia ettiği şeylerin doğrulunu kanıtlayacak hiçbir veriye sahip olmadığı söylüyordu. Kısaca şöyle diyordu: Babanızın kesinlikle öldüğüne veya izi bulunamaz bir şekilde kaybolduğuna yüksek mahkeme karar verdi ve şöyle bir karara daha varıldı ki siz delisiniz. Adam kendisine açık açık deli olduğunu söylememişti elbette, bunu ima da etmemişti ama yazarken öyle düşündüğünü hissetmişti genç kadın, kağıdın üzerindeki harfler o enerjiyle titreşiyordu sanki. Şimdiyse kendisine bakan gözlerde bu düşünceyi direkt okuyabiliyordu. Gri gözler soğuk ve duygudan yoksundu, duygu yoksunluğunu karşısındakine duygular yansıtarak kapatıyordu sanki. İçeriden hiçbir şey göstermeden dışardan rastgele şeyleri alıyor ve duygulara çevirerek yansıtıyordu ve gözleri sürekli değişen renkleriyle derin bir göl gibiydi. O kadar çok şey yansıtarak renkten renge giriyordu ki kavramak mümkün değildi gerçekte ne renk olduklarını. Mavinin, yeşilin ve grinin tonları. Gözleri karşısındakini hapsediyordu ve kendisini de bir şey düşünmekten alıkoyduğunu fark etti genç kadın, halbuki kelimelerini toparlamalıydı. Düşüncelerini hizaya sokması gerekiyordu. Zira karşısındaki adam mektuplarında yazdığı şeyleri kendisine tekrar ediyordu. "Bay Langeais, bunları bana yazdığınız birkaç kısa mektupta zaten belirtmiştiniz. Kaldı ki bunlar benim de bildiğim şeyler. Davanın kapandığını ve tekrar açılmayacağını ben de biliyorum. Fakat o davada varılan kanının yanlış olduğundan da adım gibi eminim. Babam bizi asla terk etmezdi, asla. Burada onu tanıyan kime sorarsanız onlar da bunu doğrulayacaktır. Bizi çok severdi, anneme sevgisi bitse bile çocuklarını bırakıp gidecek bir adam değildi o. Aşktan başı dönüp ayakları yerden kesilmiş olsa bile. Beni bırakmayı göze alsa bile, kardeşime bunu asla yapmazdı çünkü onun bir hastalığı var ve kendisinin yokluğunda onun ne hale geleceğini bilirdi. Diğer olasılığı tamamen elemesem de sizin bulduğunuz kadar güçlü bulmuyorum. Babam o gün herhangi bir anormal davranış sergilemeden her gün olduğu gibi çalışıp Bakanlık'tan çıktı ve bir daha eve gelmedi. Babam geleneksel ulaşım yollarını tercih ederdi, Bakanlık'a genellikle öndeki meydana cisimlenip telefon kulübesinden girer, eve de cisimlenerek gelirdi. Size açmama izin verin, bizim evimiz, yani o zamanlarda oturduğumuz ev Norveç'te bir fiyorttaydı. Norveç fiyortlarını bilir misiniz bilmiyorum, deniz kıyılarında dik dağ ve yarların olduğu yerlerdir ve etraf ıssızdır. Bizim evimizin çevresinde kilometrelerce boşluk vardı, hiçbir ev yoktu, hiçbir kimse. Babam bir yamaca cisimlenerek oradan yürüyüp eve gelmeyi çok severdi ve genelde böyle yapardı. Şimdi size soruyorum, babam bu şartlar altında, bu kadar kısa mesafelerde nasıl hayatını kaybedebilir, dahası bedenini bile bulamayız? Meydandan işe gelirken bir şeyler olduğunu varsayarsak o kadar kalabalıkta mutlaka birisi görüp yardım isterdi. Eve gelirken olduğunu düşünsek, biz mutlaka onun bedenini bulurduk fakat hiçbir ize rastlanmadı. Tek bir şeye bile. Babam gibi yetenekli bir büyücününse cisimlenirken hata yapması mümkün bile değil, sizce öyle mi? Peki size soruyorum Bay Langeais, babam sizce bu şartlar altında nasıl hayatını kaybetti? Bana mantıklı bir açıklama yapabilir misiniz?" Sesi buz gibi ve mesafeli olsa da öfkesinin alttan alta kaynadığı anlaşılıyordu ve buna hakim olması imkansızdı. Senelerdir verilen cevapları tatmin edici bulmuyordu ve karşısındaki bu adamın tavrı hissettiği çaresizliği daha fazla dağlıyor, acısı onu öfkelendiriyordu.
| |
| | | Lucian Langeais Uluslararası Sihirsel İşbirliği Dairesi Başkanı
Gerçek Adı : Ece. Mesaj Sayısı : 11 Kan Durumu : Safkan. Rp Partneri : Frøydis, light of my life.
| Konu: Geri: Crossing path. Çarş. 3 Eyl. - 20:33:55 | |
|
Adam mavi gözlerin ardında belirmeye başlayan alevleri gördüğünde doğruldu ve deri koltuğa yasladı sırtını iyice, kendisi, o karanlık yaşamın da getirdiği bilgiyle, kesinlikle şehirde değil ama pek tabii adamın yamaçtan eve olan yürüyüşüne kadarki mesafede birinin öldürebileceğini, kaçırılabileceğini biliyordu, üstelik bir hakim olan bu adam eğer yanlış kişilerle ilgili sıkıntıları fark etmiştiyse, genç kadının kısacık olduğunu söylediği o ormanlık mesafe işini iyi bilen bir tetikçi için hiç de problem değildi. Delil bulunmamış olması konusuna gelindiğindeyse, katillerin ilk öğrendikleri şey izlerini örtmekti. Ancak büyücü dünyasında buna sebep olacak kadar ciddi işlerine rastlamış olabileceği tek aile Langeaislerdi. Ve Langeaisler'in kanununda aileye zarar vermeye kalkışmış kişiyi aile öldürürdü. Lucian Ivor'u öldürmemişti.
"Evet, babanızın kısa olduğunu söylediğiniz o alanda öldürülmüş veya kaçırılmış olabileceğine inanıyorum. Bakın, bahsettiğiniz mesafe o kadar da kısa değil, bayan Solskjaer. Her gün yürünen bir mesafe elbette size kısa gelecektir ama babanızı öldürmek istemişlerse, bunu yapmak için en uygun yer de evinizin etrafı olurdu." Derince bir nefes aldı, kadının gözlerine çıktı gözleri ve camdan dışarı kaydı bir an için, düşündü, kadına bunu nasıl söyleyebileceğini düşündü, sonra kadının gözlerini buldu gözleri yeniden. "Babanızın sizi terk etmediğine duyduğunuz inancı anlıyorum. Konuştuğum herkes de sizinle aynı fikirdeydi zaten. Ancak babanızın öldüğüne inanmıyorsunuz, sizi terk ettiğine inanmıyorsunuz. Neye inanıyorsunuz? Bu dosyaları yeniden incelemeleri için arkadaşlarıma ne demeliyim?" O kadına yardım etmek istemediğinden değildi neredeyse mesafeli yaklaşımı, onu anlayabiliyordu. Küçüklüğünden beri yaşamış olduğu o acıyı, gözlerinde gizlenen günlerin izlerini neredeyse görebildiğini düşündü. "Size yardım edebilmeyi isterdim. Ancak babanızla ilgili bulabileceğimiz başka izlerin olduğunu düşünmüyorum. Babanıza ne oldu, neden gitmek zorunda kaldı ya da neden ona zarar verildi bilmiyorum. Buna sebep olabilecek bir şeyi de bulamadım. Seherbazların ve babanızın iş arkadaşlarının da bulamadıklarını biliyorum. Babanızla ilgili bulabileceğimiz yeni bir şey yok. Hele de aradan yıllar geçmişken ve bizi ona götürebilecek en küçük bir iz bile yokken. Bu şekilde hiçbir sonuç alamayız. Üzgünüm."
Kadına bunları söylerken aklında beliren tek şey annesi ve babasıydı. Kadının ne hissettiğini anlayabiliyordu, en azından çok da az olsa bir kısmını. Kendisi ailesinin öldüğünü, öldürüldüğünü ve hatta katillerini dahi biliyordu artık. O zamanlar onu yetiştiren, onu bu hale getiren amcasının, yalnızca kendisi ve kardeşlerini alabilmek için kendi kardeşini ve karısını öldürebilecek bir cani olduğunu biliyordu ancak onunla kalmıştı öğrendiğinde bile. Adamın ailesini ondan paramparça almış o aile işine sadık kalmıştı çünkü bildiği tek bir şey vardı, eğer o adamdan intikam almak istiyorsa, onunla kalmalıydı. Yavaş yavaş onun yerini alarak orada kalmalıydı. Yaşamında ilk kez ve çok kısa bir saniye için ailesine ne olduğunu bildiği için şükretti. Eğer onlara ne olduğunu bilmeseydi, sadece ortadan kaybolduklarını düşünseydi ayağa kalkamazdı. Lucian sadece onları intikamlarını almak için yaşamıştı, sonrasında ağabeyinin ve kardeşlerinin.
"Babanızla ilgili bizim bilmediğimiz bir şeyi biliyorsanız, ya da sadece bildiğinize bile inanıyorsanız bunu paylaşmanızın bize bir yardımı dokunabilirdi belki. En azından babanızın davasında çalışmış kişileri tekrar dosyayı açmaya itecek kadar sağlam bir bağlantı ya da bir bilgi, belki bir belge. Böyle bir şeye sahip değilseniz üzgünüm ama size gerçekten yardım etmeye çalışmak için bile hiçbir şansım yok."
| |
| | | Frøydis V. Solskjær Hvor De Ville Roser Vokse Sahibesi
Gerçek Adı : Ege Mesaj Sayısı : 12 Kan Durumu : Melez Rp Partneri : Lucian, my love.
| Konu: Geri: Crossing path. Çarş. 3 Eyl. - 20:34:50 | |
|
"Size anlattığım bölgeyi çok iyi biliyormuş gibi konuşuyorsunuz Bay Langeais, çevremizde bilmediğim görünmez bir evde mi oturuyordunuz? Ya da aramayı gereken özenle gerçekleştirmeyen o ekibin başındaki kişi siz miydiniz?" Bilincini kavrayan kontrol çengellerinin yavaş yavaş gevşediğini, derinden gelen öfke sarsıntısıyla vidaların gevşediğini ve her şeyi bir arada ve mantıklı bir bütün olarak tutmasını sağlayan kontrol mekanizmasının titreştiğini hissedebiliyordu."Bakanlık başına ne geldiği muallak olan bir çalışanının dosyasını nasıl bu kadar kolay kapatabildi Bay Langeais? Üstelik davası kendi bölümüyle alakalı olan davası kendi bölümünde görüşülen biri için sizce de gösterilen özen az değil miydi, fikrinizi merak ediyorum. Siz yıllarınızı verdiğiniz bir dairede dosyanızın bir ay içinde kapanmasını nasıl karşılardınız, başka alelade dosyalar yıllarca açık kalabilirken?" Bu adamın kendisi orada içinde midesini didikleyen kuşlarla otururken çok açık bir Bakanlık'ın her durumda en uygun olanı yapmış olması ve haklılığı nutkunun yumuşatılmış versiyonunu dinleyemeyecekti. Bakanlık en uygun olanı yapmıyordu, Bakanlık en doğru olanı da yapmıyordu; Bakanlık kendisi için en kısa ve verimli yolu uyguluyordu ve buna kılıflar giydirerek kendisini haklı çıkarıyor, kendisi dışında olaydan etkilenen insanları önemsemiyordu, bu her zaman böyleydi. Kameraya gülümseyerek, korkusuzca bakıp kendisine sorulan 'Ürünlerinizin obeziteye sebebiyet verdiğini düşünüyor musunuz?' sorusuna 'Hayır. Böyle bir şeyi kesinlikle düşünmüyorum. Obeziteye sebep olan bir bireyin besin alışkanlığıdır. Ürünlerimiz kendi başlarına böyle bir şeye asla sebebiyet vermez.' yanıtını veren, pişkinliği insanın ağzını açık bırakan bir zararlı gıda şirketi yönetici gibiydi. Çıkan birkaç sorunda önemsermiş gibi yapıyor fakat aslında yaptığı şey prosedör ve görev yerine getirmekten başka bir şey olmuyordu."Ne düşündüğümü ve neye inandığımı bilmek mi istiyorsunuz? Size söyleyeyim. En güçlü ihtimalin babamın ilgilenmemesi gereken bir dava dosyasına bulaştığını, bu işin Bakanlık'ın gizli bir işi olduğunu ve bu yüzden babamı Bakanlık'ın öldürttüğünü düşünüyorum. Ya da ona daha kötü başka şeyler yaptığını. Bu yüzden bu dava baştan savma bir şekilde kısa kesildi çünkü Bakanlık daha fazla ilerlemesini ve konunun deşilmesini istemedi, öyle olsaydı Bakanlık aleyhine bazı ipuçları bulunabilirdi belki. Bu yüzden öyle büyük bir arama ekibine rağmen dar bir alanda babama ait bir iz bulunamadı çünkü Bakanlık hepsini ortadan kaldırdı." Söylemeyi planlamadığı düşünceleri bir bir dudaklarından dökülmüştü ve cıva ağırlığında duruyordu sözleri adamla aralarında. Aralarına daha büyük bir mesafe koyup hoşnutsuzluklar ekebilecek, zaten kendisine yardım etmeye pek gönüllü olmayan bir adamı çok daha uzağa itecek ve kendisini kapı dışarı ettirebilecek sözcüklerdi bunlar. Bakanlık evinin merdivenlerinin birinin tepesinde oturan bir adama söylenmemesi gereken sözcüklerdi lakin içi bir yanardağ idi acı ve öfkeyle şişip şişip kaynayan, dışarı püskürürken nezaket ve temkinlilik filtrelerini yakıp geçmişti.
| |
| | | Lucian Langeais Uluslararası Sihirsel İşbirliği Dairesi Başkanı
Gerçek Adı : Ece. Mesaj Sayısı : 11 Kan Durumu : Safkan. Rp Partneri : Frøydis, light of my life.
| Konu: Geri: Crossing path. Çarş. 3 Eyl. - 20:47:13 | |
|
Adam çok daha büyük bir dikkatle kadını incelemeye başladı o sözlerinden dolayı, bunları karşısında oturabilen bir bölüm başkanına bu kadar açıkça söyleyebildiği için onun çok cesur ya da sonuçlarını düşünemeyecek kadar umarsız bir kadın olduğunu düşündü, ya da hala küçük bir kız çocuğu olduğunu, lakin karşısındaki kızın fazlasıyla cesur biri olduğunu seçti, cesurdu ve akıllıydı, bu ihtimali görebilmiş olmasından dolayı ama alttan alta da bunu açıkça ve Bakanlık'tayken söylemiş oluşundan dolayı umursamaz bir kadın olduğuna da inanabilirdi. Kendisinin düşüncelerinden çok da uzakta bir ihtimal değildi kadının söylediği, ancak bunun onun dediği gibi olmadığını biliyordu. Belki Ivor'un davası gerçekten de hızlıca çözülmüş ve kapanmıştı, ancak bunun sebebi kadının düşündüğü gibi bir sebep değildi, Ivor'un kayboluşunda bakanlığın en iyi adamları yer almıştı, oldukça başarılı seherbazlar ve dedektiflerin yer aldığı bir soruşturma olmuş, en iyiler bile hiçbir şey bulamadılarsa kapatmak en iyisi olacak denilerek kapatılmış bir dosyaydı. Oradaki adamlardan hiçbirinin gösterebileceğinden az çaba gösterdiğine inanmıyordu, ancak Ivor'un davasının böylesine hızlı kapanmış olması da onu rahatsız ediyordu.
"Ortaya attığınız iddianın değerlendirdiğim başka olasılıklardan çok uzakta olmadığını belirtmek isterim. Ancak hayır, babanızı onların kaçırdığını ya da babanızın ilgilenmemesi gereken bir davaya bulaştığını düşünmüyorum. Bakanlık insanları bu şekilde ortadan kaldırmazdı, buna emin olabilirsiniz. Üstelik bir şey bildiğinden şüphelenirse eviniz aranırdı, sizin için hiçbir anlam ifade etmeye tonlarca soru sorulur ve babanızın sizlere az da olsa bahsettiği fark edilirse siz de ortadan kaybolurdunuz." Başını iki yana salladı, "Babanızın bugüne kadar baktığı davaları az çok inceledim, kimlerle ilgili olduğunu, neler hakkında olduğunu. Ve söylememe izin verin, babanız sizin sandığınız gibi gizli kalması gereken bir davaya asla bakmadı. Bu konuda size söz verebilirim." Kadının gittikçe artan öfkesine rağmen adamın ona duyduğu soğukluk gittikçe azalıyordu, kendisi şanslıydı; ailesine ne olduğunu öğrenebilmiş, onları ziyaret edebileceği birer mezara sahip olmuştu, oysa karşısındaki kız yıllardır babasını bulabilmek, ona ne olduğunu, gerçekten ne olduğunu öğrenebilmek için yaşıyor gibi görünüyordu, adamda o hissi doğuruyordu. Perişan, çaresiz ya da vahim bir halde değildi, oraya gelmiş, babasını bulamadığı her seferin acısı yüzünden adama daha da öfkelenerek karşısında oturan güçlü bir genç kadındı. Kesinlikle o gün konuşmayı beklediği, hayal ettiği orta yaşlı ve çatlak, çocukları kendisini terk ettiğinde yalnızlık hissini az da olsun yok edebilmek için komşularıyla ilgilenmeye başlamış, uzaktaki bir adamı mektuplarıyla taciz etmekten zevk alan bir kadın değildi. Karşısındaki sarışın ve çok genç kadın, babasını bulmak isteyen ve bunun için her şeyi tehlikeye atmaya hazır görünen, o şekilde konuşan ve o şekilde bakan bir kadındı. İçinde bir an için bir hayranlık belirdi, her şeye rağmen aylardır uykularını bile berbat etmeye başlayan bu sarışın kadına hayranlık duymayı reddediyordu. "Size yardım etmek istiyorum, bayan Solskjaer. Ama ortada hiçbir şey olmadan kendimi ve sahip olduğum bağlantıları öylece ortaya atamayacağımı, hiçbir iz ya da bağlantı olmadan bir dava dosyasını yeniden açtırabileceğimi düşünmeyin. Size yardım etmek istiyorum ama bunu elimde hiçbir şey olmadan yapamam. Yalnızca sizin inandıklarınız babanızı bulmama yardım etmeyecektir."
| |
| | | Frøydis V. Solskjær Hvor De Ville Roser Vokse Sahibesi
Gerçek Adı : Ege Mesaj Sayısı : 12 Kan Durumu : Melez Rp Partneri : Lucian, my love.
| Konu: Geri: Crossing path. Çarş. 3 Eyl. - 20:52:15 | |
|
I try to find myself I try to move on Don't know where I am Please carry me home But I tell you whats inside of me will never die *
Karşısındaki adamın biraz önce kendisinin sarf ettiği suçlamalara rağmen sakin bir biçimde, açık bir düşmanlık göstermeden veya üstü kapalı bir düşmanlığın ince iğnelerini batırmadan konuşmuş olması genç kadını rahatsız etti. Odaya girdiğinden beri ilk defa onun kişiliğini ve tavırlarını yanlış yorumlamış olabileceğini düşündü, söylediği gibi kendisine yardım etme seçeneğini gerçekten değerlendiriyor olabilirdi, öyle anlaşılıyordu konuşmanın gidişatından. Ne var ki emin olamıyordu yine de, çünkü çelikten yapılmış gibiydi adam, herhangi bir duygu hissedip hissetmediği anlaşılmıyordu içinde; içindeki hiçbir şey görülemiyordu, varsa bile en küçük titreşim dahi dışarı yansımıyordu, sonsuz bir durgunluk ve sabitlik halindeydi. Çoğu vakit kolay sinirlenmeyen ve kendisini tanımayan insanlar tarafından soğuk ve mesafeli olarak tanımlanan birisiydi, tanıdığı insanlar için de zaman zaman geçerliydi bu. Kardeşiyle beraber okula ilk başladıklarından itibaren böyle bir portre çizmişlerdi. Birbirlerine bağlılıklarından ve dışarıya kapalılıklarından kaynaklanıyordu bu, ikisi beraber oldukları zaman üçüncü bir kişiye ihtiyaç duymazlar ve onu istemezlerdi de genelde. Aralarındaki bağ babalarının kayboluşundan sonra daha da güçlenmişti, birbirlerinden başka destek olacak insanları yoktu. Anneleri vardı elbet fakat o çok sevilen parktaki kesilmiş ulu çınar gibiydi artık, bir zamanların narin fakat sık yapraklarıyla oluşan huzur gölgesinde artık yakıcı öğlen güneşi ve kesik bir gövde kalmıştı. Arnljot her şeyin darmaduman olduğu o ilk birkaç ayda ilaçlarını içmeyi reddetmiş ve her şey daha da kötüye giderken çıldıracak gibi olmuştu genç kadın. Annesinin yerini odasından neredeyse hiç çıkmayan ve çıktığında da sesi duyulmayan bir hayalet almış, kardeşiyse git gide sıklaşan krizleriyle artık bilincini tamamen yitirecek duruma gelmişti. Bütün bunların ortasında babasının yokluğu omuzlarından kendisini yere bastırırken sağlam durmaya çalışmış, kendi kendisine bir kişinin aklının yerinde durması gerektiğini söylemiş ve yatağa bastırdığı duygularıyla hissizce girip daralan göğüs kafesi ve fark etmeden ıslanmış yanaklarıyla kendisine fazla gelen acıdan uyanmıştı geceleri. Bütün gözenekleri, bütün çıkışları kapatıyordu gündüzleri acının çıkmaması için fakat geceleri güçsüzdü; bilinçsizdi geceleri ve on yaşında bir kız çocuğu ancak o kadarını yapabilirdi. Babasını en çok onun sevmesine rağmen, en büyük boşluğu ve acıyı kendisi hissetmesine rağmen ayakta durması gereken o olmuştu ve annesini bu konuda hiç affetmemişti. İlişkilerinin asla düzelemeyecek yarasıydı bu, anne şefkatiyle gelen gecikmiş hiçbir dolgunun dolduramayacağı. Annesi ve kardeşi babalarının bir şekilde öldüğüne kendisinden çok daha kolay inanmışlardı ve en başta onlarla bu konuda mücadele etmiş olsa da artık yıllar sonra bu konuda onlarla konuşmayı bırakmıştı. İkisinin de o an nerede olduklarından haberleri yoktu, Arnljot kendisinin hoşlandığı bir çocukla Hogsmeade'de fink attığını düşünüyordu. Karşısındaki adamın gözlerini buldu yeniden gözleri, kendisini dışarıdan, onun gözünden görmek istedi. Nasıl görünüyordu? Yıllar önce ortadan kaybolmuş babasının ölmediğini ısrarla savunan bir kaçık mıydı? Çoğu insanın olduğu gibi dışarıya karşı aslında olduğundan çok daha cesurdu genç kadın. Babasının ölüp ölmediğinin kesin olmadığını savunurken içinde bir yerlerde artık çoktan ölmüş olduğunu biliyordu, lakin bir şeyi düşünmek ile dile dökmek arasında çok fark vardı. Düşünceler uçuşan soyutluklarından sıyrılıp sesli bir biçimde havaya karıştıklarında artık gerçekler ve kesin ihtimaller oluyorlardı; düşünceler zihnin arka planına atılıp derin çukurlara gömülebilirdi, fakat dile dökülen gerçeklere dönüştükleri zaman gömülen siz olurdunuz. "Başka bir düşüncem daha var." diyerek koltuğunda hafifçe kıpırdandı, ellerini kucağında birleştirerek parmaklarıyla oynadı yarı bilinçsizce. "Babamın kaybolmasından yaklaşık iki hafta önce tutuklu bir grup kurtadam ve vampir bir nakil işlemi sırasında kaçmayı başarmışlardı. Çok kısa bir haberdi ve pek fazla detay verilmiyordu, sadece Bakanlık görevlilerinin harekete geçtiği yazıyordu. Olay Gothenburg limanında olmuştu." duraklayıp adama baktı, "O tarz varlıklar için karadan mesafesi bizim evimize uzak değil. O zamanlar kimse bu küçük detaya dikkat etmemişti. Benim bile bu detayı yakalamam yıllarımı aldı." Parmaklarının kemikleriyle gittikçe daha fazla oynadığını fark ederek ellerini birbirine kenetledi ve durdu. "Sizce bu araştırmayı tekrar yürürlüğe sokmak için yeterli bir ipucu mu? Sözlerime güvenmiyorsanız size kestiğim haberi yollayabilirim, hala çekmecemde duruyor."
| |
| | | Lucian Langeais Uluslararası Sihirsel İşbirliği Dairesi Başkanı
Gerçek Adı : Ece. Mesaj Sayısı : 11 Kan Durumu : Safkan. Rp Partneri : Frøydis, light of my life.
| Konu: Geri: Crossing path. Çarş. 3 Eyl. - 21:03:05 | |
|
Adam on yaşındayken bir sabah kapıları çalınmıştı. Babasının hiç açmamış olmayı dilediği o kapı Langeaislerin tek tek yok olmaya başlayacağına dair ilk haberi getirmişti Pierre ve Béatrice'e. Amcasının pek nadiren evlerine uğrayan çok iyi giyimli ve bellerindeki silahları gizlemeye pek de ihtiyaç duymayan adamları, Pierre'den başkasının duyamayacağı kadak alçak bir sesle babasına bir şeyler söylemiş, bir an Lucian'a bakmış ve babasının omzuna hafifçe, neredeyse teselli edercesine vurarak ayrılmışlardı evden. Annesinin babasına o sabahki bakışını ve adamın konuşamayışını, bir insanın tüm bedenini dondurabilecek güçteki bir acıyı ilk kez o sabah görmüştü. İlk kez o sabah yaşamış ve o sabahtan tam üç yıl sonra, aynı evde, bu sefer bir akşam üzere ondan çok daha büyük bir acıya rağmen ayağa kalkmıştı. Caine Langeais'nin kaçırılması ve Yves'e, amcasına, bir uyarı olarak öldürülmesi, cesedinin tanınamayacak halde olduğu için yalnızca onu gömecekleri bir cenaze törenin yapılacağı söylenmişti babasına. Bir insanın kederle ne çabuk yaşlanabileceğini de ilk kez o sabah görmüştü Lucian, Pierre ve Béatrice'in kaçmaya, arkalarında bırakmaya çalıştıkları o kadere oğullarını birer birer kaybedeceklerini anlayışlarıyla yüzlerine oturan acı hiç kaybolmamıştı. O kader, Pierre ve Béatrice Langeais'nin yüzlerine kırışıklıklar ve saçlarında belirmeyen başlayan beyazlarla kalmış, üç yıl sonraki o geceye kadar Lucian ne zaman ailesine baksa, onun da zihnine kazınmıştı. Kaybolmayacak bir acı, adamın yaşamı boyunca peşinde taşıyacağı hayaletlern, yolcuların ilkiydi Caine. Karşısındaki genç kadının acısı, sesi ve inatla babasını bırakmayışı Caine'i getiriyordu aklına. Kendi kalbinde asla dinmeyen, asla dinmemiş ve asla gerçekten ölmüş olduğuna inanmadığı ağabeyinin yüzü aklına geliyordu. Çok genç kaybedilmiş ve engellenebilecek bir acı. Froydis'in çabası belki kendisinin yapamamış olduklarını aklına getiriyordu ve canı yanıyordu adamın, o an onun karşısında oturmuş, onun kendisini ikna etmesini beklerken. Ben de ikna edebilmeliydim diye düşünüyordu, onların Caine'in öldüğüne inanmamalarını sağlayabilmeliydim. Ancak onun için çok geçti. Caine'in mezarı orada dururken, onun ölmediğine inandığını söyleyebileceği kimse kalmamıştı yaşamında, ne bir arkadaş, ne bir aile. Yalnızca acımasız bir amca, acımasız bir katili yetiştirdiğini düşünüp gurur duyan, kendisini öldürmek için bekleyen bir katili yetiştirdiğinden haberi dahi olmayan.
Froydis'in, karşısında oturan bu genç ve inanç dolu kadının babasını bulmak için gösterdiği çaba adamın içinde yıllardır kayıp olan umudu yeniden alevlendirdiği için belki, ya da sadece bu kez adama söylemiş olduğu olaylar çok da mantıksız ve uzak gelmediği, bu ana dek onlarca insanın önemsemediği ve sonuçta hiçbir şey de bulamamış oldukları bir ihtimali gösterdiğinden adamın ilgisini fazlasıyla çektiği için, denemeye karar verdi. Yalnızca o kıza yardım etmekten de öte bir şey haline gelmeye başladığını önemsemedi Ivor Solskjaer'in peşine düşmek, o an bu Lucian'ın kaybettiği bir umut ışığının da peşinden gitmesi anlamına geldi, en azından çok büyük acılara rağmen hayatta kalmış iki kişiden birinin mutl bir sona ulaşmasını belki sağlayabilecek bir yolculuk, bir karar olacaktı adamın takip edip etmemeyi seçeceği bu iz. Ve karırını çoktan almıştı. "Belki elimize hiçbir şey geçmeyecek, bayan Solskjaer, belki babanıza canlı, ya da ölü ulaşacağız, belki hatırladığınız gibi bir adam bulmayacaksınız karşınızda. Ama bu izi takip edeceğim çünkü size inanıyorum. Bana bir şeyler hatırlatıyorsunuz ve sizin mutlu ve babanıza ulaştığınız sona erişmenizi belki sağlayamayacak olsam da, en azından ona ne olduğunu öğrenmenizi ve belki huzur bulmanızı istiyorum. Bu yüzden bu izi takip edeceğim ve babanızın davasıyla ilgilenmiş arkadaşlarımla da konuşacağım. Bana o gazete haberini getirmeniz de başlangıç için oldukça iyi olacaktır." Dedi, kadına, o odaya girdiğinden beri ilk kez gerçek ve samimi, sıcak bir gülümsemeyle baktı adam.
| |
| | | Frøydis V. Solskjær Hvor De Ville Roser Vokse Sahibesi
Gerçek Adı : Ege Mesaj Sayısı : 12 Kan Durumu : Melez Rp Partneri : Lucian, my love.
| Konu: Geri: Crossing path. Çarş. 3 Eyl. - 21:04:13 | |
|
It’s only fate some things are meant to be Somethings are meant to be Who needs to know Looking for reasons when life casts a stone Leaving me screaming inside
It’s only fate It’s everything you bargained for* "Çok teşekkür ederim. Bunu kabul etmeniz benim için çok büyük bir anlam ifade ediyor." Hiç tanımadığı bir adamın birkaç cümlesi ve dahası kendisi için belki de hiçbir önem taşımayan bir karar vermesi sayesinde bu kadar mutlu olabilmesi şaşırtıcıydı. Daha önce hayatta karşılaşılmamış, yaşamın rüzgarı onları birbirlerinin önüne savurana kadar varlıklarından haberi olunmayan insanların ötekinin hayatında depremler, kuraklıklar, hasar mevsimleri ve gün doğumları yaşatmaları ne ilginç şeydi. En fazla yarım saattir odasında olduğu bu adam, yıllardır önünde durup tekmelediği, yumrukladığı, üzerinde tırnak izleri bıraktığı, belki kolunu kopardığı ve ardını görebilmek için yerlere yattığı bir kapıyı ona açabilecekti. Adam o sabah içtiğinden farklı bir kahve içse, işe gelirken bir kuyuya düşse, ceketinde bir sökük olduğunu fark etse, çocukluğunda bir ağaçtan düşmüş olsa, gençliğinde bir fırında çalışmış olsa; onu şimdi karşısında oturan adam yapan, ona şimdiki bütünlüğünü ve varlığı veren küçücük bir değişim olmuş olsa belki de bu kararı vermeyecekti. Düşünceleri zihninde başka bir yol takip etmiş olsa, şu an vardığı sonuca çıkmayan küçük bir dönemeç alsa veya geri dönüp arkasına baktığında ve önüne döndüğünde yönünü şaşırsa kadına yardım etmeyecekti. Ve bu yüzden kadın karşısında oturan göl gözlü adama büyük bir minnet duydu; onu o yapan her şeye, bütün yaşamına, bütün seçimlerine, acılarına ve mutluluklarına, minnet duydu. Yüzüne yerleşen yumuşak gülümsemeyle, gözlerine yerleşen umut dolu parlak ifadeyle ona baktı anlamasını umarak. Susarak iletişim kurmanın daha anlamlı ve etkili olduğunu düşünürdü, daha gerçek ve daha yoğundu. Sözcükler duyguların temsilcisi olduğunda o duygular hep daha az parlak, daha az o kişiydi; bir hayaletti sözlü duygular. Yavaşça ayağa kalktı adama bakarak ve bir anlık tereddütten sonra ona elini uzattı, eline değen eli kavradı ve sıktı hafifçe. "Gazete küpürünü size en kısa zamanda göndereceğim. Tekrar teşekkür ederim, mektupların kesileceğine emin olabilirsiniz." Güldü, "İyi günler." İçini dolduran bal yumuşaklığındaki ışık gözlerinden, ağzından, kulaklarından ve burnundan, açık bulduğu her yerden yavaş yavaş taşarak ışıyordu sanki. Bunun bu kadar güçlü olmaması gerektiğini biliyordu genç kadın, babasının artık kesine yakın bir olasılıkla ölmüş olduğunu biliyordu fakat yaşama duyulan umut değildi bu. Bilmeye duyulan umuttu, sonunda ne olduğunu bilmek, çünkü bilene kadar huzursuzluğu dinmeyecek, ancak bildiğinde içindeki yük kalkacaktı. Kapıdan çıkmak üzereyken durdu, "Şey, mektuplar bir süre daha dinmeyebilir. Çünkü otomatiğe bağlanmışlardı ve sanırım bu ay sonuna kadar gelmeye devam edecekler. Tekrar iyi günler." Adamın yüzündeki değişimi göremeden kendisini dışarı attı ve hızla uzaklaştı, sekreterin büyük ihtimalle yüzündeki gülümsemeye anlam veremediğini biliyordu.
| |
| | | | Crossing path. | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|