Durmadan akıp giden zaman acımasızca önüne çıkanı ezerken Chuck kendini aciz hissediyordu. Oldukça dolu bir barda sessizce oturup saattin 'tik tak'larını dinlerken kendini dünyadan soyutlanmış hissediyordu. Belki de varlığının bile bir anlamı yoktu o anda,içinde boğulduğu nehir gittikçe yükseliyordu, beline, göğsüne,boğazına doğru… Düşünceleri bir nehir misali akıyordu zihninden, onu boğan zihnini bir dalga misali onu yutan düşünceleri aklında beliriyor ve aniden dökülüyordu gözyaşı şelalesinden. Yakalamaya çalıştığı hayat onu boş vermiş son hızla ilerliyordu. Chuck artık peşinden koşmaktan yorulmuştu hayatın, yaşlı bir adam gibi köşeye çektiği iskemlesine hayatın izlerinden mağdur bir edayla yığılı vermişti, kalkıp yeniden koşmak için güç toplamaya çalışıyordu, ya da çoktan pes etmişti farkına bile varmadan.
Belki de bir hiç uğruna girdiği, bu anlamsız savaşı kazanmak zorunda olduğu hissi her geçen gün büyüyerek kaplıyordu benliğini. Kafasındaki soru işaretleri gittikçe çoğalıyordu,kim? Nasıl?... Kimseyle paylaşamadıkları hareketleniyordu yavaşça. Karmaşıklık duygusuna karşı koymak onun için her zaman zor olmuştu. Çocukluğundan beri ne zaman böyle hissetse oturup kendi kendine şarkılar mırıldanırdı. Şimdi mırıldanacak bir şarkı bile düşünemiyordu. Birinin gelip onu bu dünyadan çekip götürmesini bekliyordu. Çocukluğundan beri hapsolmuşluk duygusundan kurtulma umudunu asla yitirmemişti. Elinde kalan son umut taneciklerine delicesine tutunup dualar ediyordu düşmek üzere olduğu uçurumdan usulca kayarken parmakları teker teker...
Beklemek ne kadar zor olsa da hayat devam ediyordu ve Chuck'ın ilgilenmesi için sırada bekleyen çok şey vardı.Yoğun temponun ortasında kendini bir bar iskemlesinde sadece düşünerek teselli ediyordu. Yaşadıkları kendi suçu değildi. Bunu sadece kendini avutmak için olduğunu biliyordu ama dört kolla sarılıyordu bu düşünceye. Bunlar benim suçum değil.. Aklındaki düşünceler gittikçe şiddetleniyordu. Karşı duvarda asılı eski saatin 'tik tak'ları yoğun gürültüye karışırken Chuck'ın merak ettikleri vardı.
Saat;akrep,yelkovan... Eğer bu saate ayak uydurarak hayatı yakalaması gerekiyorsa hangisine uymalıydı... Hızlı adımlarla ilerleyen yelkovan ya da emin adımlarla yavaş yavaş yolunu bulan akrep.. Hangisiyle bir gitmekti zamana uyum sağlamak? Hangisine ulaşmak anlamına geliyordu doğru zamanı yakalamak?
Yavaşça oturduğu iskemleden kalkıp barın arkasına yöneldi. Başından beri olması gerektiği yere döndü. Gelenlere gülümseyerek ne istediklerini sormaktı onun işi. Zihnini anca bu şekilde oyalıyordu. Bu bar onun sahip olduğu en önemli yerdi. Etrafına bakınarak eğlenen insanları izledi. Hepsinin nasıl bu kadar umursamaz göründüklerini merak ederek eline bir şişe aldı. Diğer elindeki bezle yavaşça şişeyi silerken gözleri kapıdan giren kadına takıldı. Onu daha önce burada gördüğünü hatırlamıyordu. Boş gözlerle etrafına bakınırken Chuck onun düşüncelerindeki titrek çığlığı işitebiliyordu. İlginç ama bir o kadar da güzel bir görüntüsü vardı. Gök mavisi gözleri ifadesizlik dolu bir buz buz parçası edasıyla parıldarken Chuck derinliklerinde neler olduğunu merak ediyordu.
O'nu incelemeye devam ederken, gelip önündeki bir tabureye oturdu usulca. Chuck ne yaptığını bile düşünemeden kendini "Bir şeyler içmek ister misiniz efendim?" derken bulmuştu. Ağzından dökülen kelimeleri geri alıp daha ilgi çekici bir giriş yapmayı diledi ama çok geçti artık. Karşısındaki tepkisizliğin sebebini merak ederken gülümseyerek izliyordu bayanın hareketlerini. Zihninde tersliyor gibiydi Chuck'ı, en azından yüz ifadesinden bu çıkartılabiliyordu sadece. Chuck çekip gidebilir, başka müşterilerin kahkahalarla dolu sohbetlerine katılabilirdi ama içinde hissettiği garip merak duygusu bunu engelliyordu. Tekrar gülümseyerek bayana doğru eğildi ve "Bana sorarsanız eğer, sert bir ateş viskisi tavsiye edebilirim." dedi. O anda ona dönen deniz rengi gözlerde kaybetti kendini, henüz ne olduğunu anlayamadan alışı verdi kalbindeki yoğun yanma duygusuna. Elindeki şişeye çevirdi gözlerini zorlanarak, merak ediyordu yarısı boşalan şişedeki sıvı mıydı bu yanmanın sebebi en derinlerindeki? Yoksa karşısında ona nefretle bakan bu narin parçanın eseri miydi bu nahoş duygu?
Kadının gözlerinde kaybolurken ruhu iyice sıkışan nefesi sessiz çığlıklarla terk ediyordu vücudunu. Her aldığı nefes ciğerlerini parçalayarak dolmaya başladı vücuduna...
Gözlerinin kapalı olduğunu hissetti ve açmak için harcadı benliğinde kalan tüm gücü. Etrafında değişen sesleri fark etti önce, canlı mırıldanmaların yerini karanlığı yaran korkunç bir çığlık sardı, kanatarak kulaklarını. Gözleri açıldı ardından, kendini gördüğü en göz alıcı maviliğe bakarken buldu. İlk gördüğü anda içini yakan o nefret dolu gözler aşka bakıyordu şimdi ona.Ruhunu delip kimsenin ulaşamadığı yerlere ulaşmak istercesine. Sonra fark etti aynı gözlerdeki endişe dolu bakışları. Vücudunu terk eden sıcak, kırmızılığıyla gözleri kör eden sıvıydı belki de sebebi... Her yanını kaplayan hiç bir zaman dahil olmak, takip bile etmek istemediği bir hareketin sonucuydu içinden usulca geçen ve yaşamını usulca emen ölüm.
Garip... Yaşadığı onca şeye rağmen yeniden onu görmüştü son dakikalarında kaldırımdan süzülen karanlık bir cübbe uzaklaşırken aklındaki tek şey "onun için." oldu. Onun için o karanlık cübbeye kendi üzerindeki onca hakkı tanımıştı. Yapılanlara, yaptıklarına, bu yeni oluşan benliğine katlanmasının tek sebebi şimdi yokluğa karışmasını karşısında sadece bakabiliyordu. Uzun, sevgi dolu, bezmiş gözleriyle...
Ve gitti. Ardında ufacık bir beden bırakarak... Bomboş bir kaldırımda güzel bir kadın gecenin karanlığını o iç yakıcı çığlığıyla yararken son nefesini verdi Chuck... Ve son kez çekti yaşlı adam iskemlesini usulca süzülen bir bulutun ucuna. Hayatını verdiği kadını bir süre daha uzaktan izlemek adına...