Eloa Moreau Slytherin V. Sınıf
Gerçek Adı : Ecem. Mesaj Sayısı : 14 Kan Durumu : Melez. Taraf : Hayden Christensen. Kişisel Özelliği : Kibirli.
| Konu: Eloa Moreau C.tesi 9 Ağus. - 20:47:35 | |
| Dakikalar sonra kapıdan içeriye doğru süzülecek bedenin üzerinde yarattığı etkiyi düşündükçe hızını arttıran kalp atışları salgıladığı heyecana yenik düşmesini sağlıyordu. Olduğu yerde kalakalmış, kaskatı kesilen bedeninin gevşeme gibi bir lüksü dahi yoktu. Ciğerlerine çektiği her bir nefes ise kesilmeye mahkumdu adeta. Ne yapacağını bilmez bir vaziyette öylece dikilirken kendine gelmesi gerektiğini idrak eden genç cadı, son bir defa daha boy aynasının karşısına geçti. Altın sarısı buklelerini savurarak geriye doğru itmesinin akabinde bedenini saran tozpembe elbiseye çeki düzen verdi. Derin derin nefes almayı sürdürürken bu gecenin hayatında ne denli büyük bir yer kaplayacağını düşünmeden edemedi. Ruhunu, beraber paylaşacakları sonsuzluğa zincirleyeceği gözler önüne serilirken içine dolan mutluluğa mani olamadı. Dudaklarının kenarı yukarıya doğru kıvrılırken masumiyetle yıkanmış bir meleği andırdığından şüphesi yoktu. Lakin tüm bu güzelliği defedecek kadar güçlü, katran karası bir sarmaşık tüm zihnini ele geçirdiğinde yatağının üzerinde çöken Luxuria, kesik bir nefes soludu. Ya seni, senin kadar sevmiyorsa? Ya o da tüm erkekler gibi sana ihanet ederse? Kafasını iki yana doğru salladı ve bu düşüncelerden kurtulmayı yeğledi. Daniel, şu ana kadar tanıdığı tüm erkeklerden farklıydı. Fakat bu gibi zehir zemberek düşüncelere kapılması öyle doğaldı ki... Üstelik içinde bulunduğu durum ve annesinin konumu da bu düşüncelere ışık tutarken, fazlasıyla doğaldı. Erkekler maymun iştahlıydı; hiçbir zaman almaktan bıkmayan, aldıkça tatmin olmayan ve her zaman daha fazlasını isteyen cinsten. Sadakat ve sevgi onlar için büyük bir bağ anlamını taşırken sadece gözlerini korkuturdu. Birine kapılmaktan, onu ölesiye sevmekten öyle çok korkarlardı ki, bu yüzden karşı tarafa daha fazla acı çektirmeyi arzularlardı. Bu yüzden aldatırlardı; acılarını hafifletmeye ve her zaman sevdiği kadından bir koz daha önde durmak için. Ama Luxuria çocuksu bir hissin getirisiyle beraber Daniel'ın asla öyle olmadığı kanısına tutunmayı seçmişti. Tüm korkularını ve endişesini bir kenara bırakarak saten çarşaflarla donatılmış yatağından kalkarak iki adım ötesindeki balkona doğru yürüdü. Akşam güneşi tüm güzelliğiyle çehresini aydınlatırken kollarını göğsünde kavuşturarak ayağının dibine kadar uzanan manzarayı izlemeye koyuldu. Böylece sevdiği adam gelmeden içindeki tüm karanlık düşüncelerden azat edilecekti. Annesinin şu an kimin altında veyahut üstünde olduğunu bile umursamayı reddeden bir kafadayken, bu düşüncelerden de kurtulabileceğinden adı gibi emindi. Tam da bu esnada iki kere tıklatılan kapısı dikkatini o yönde toparlamasına sebebiyet verdiğinde zarif bir edayla dudaklarını araladı. “Girin.” Akabinde arkasına doğru dönen genç cadı, kusursuzluğuyla karşısında boy gösteren adamla buluşturdu okyanus mavisi gözlerini. “Erkencisin,” dedi küçük bir fısıltının eşliğinde ve birkaç küçük adım atarak kollarını beline doladı, başını ise göğsüne doğru yasladı. Aşina olduğu huzurla çalkalanan ruhu, dudaklarında peydahladığı tebessümle birlikte mutluluğun tohumlarını ekerken gelecek hasatı büyük bir hasretle kucaklamaya hazırlanıyordu. “Kalbime teşekkür etmelisin, güzelim.” İpeksi bukleleri büyücünün kemikli parmaklarının arasından kayıp giderken küçük bir iç çekti. Bu anın bozulmaması için Tanrı'ya içinden sessiz bir dilek sunmayı ihmal etmedi ve geriye doğru çekilerek erkeğinin gözlerinin içine baktı. “Etmeliyim.” Küçük bir fısıltıyı andıran buğulu ses tonuna aldırış etmeksizin büyücüye bakmayı sürdürdü zira ona bakarken kalbinin bir kelebek misali atmasına kana kana izin verdiği bariz bir gerçekti. Belini saran kolların sıcaklığını hissettiğinde ise gülümsedi. Saçlarını sağ tarafa doğru iten büyücünün dudaklarını omzuna bastırmasıyla birlikte tüm özlemini yad ettiğini idrak eden Luxuria, gözlerini yumarak anın büyüsüyle sarhoş olmayı seçti.
Düştüğünde kaldıran, yaralarını saran ve en önemlisi asla başucundan ayrılmayan bir kahramandı onun için Daniel Landers. Korkularını yenmesine yardım eden, karanlık gecelerinin ışığı olan tek erkekti. Öyleyse neden şimdi korkuyordu? Pare pare ruhunu ele geçiren endişeye neden yenik düşmek üzereydi? Zaten diğer erkekler gibi olmadığı için ona bir şans vermemiş miydi? Ya olursa, diye düşündü içinden genç cadı. Beyin kıvrımlarına işleyen bu düşünce sayesinde irkilerek geriye doğru çekildi. “Korkuyorum,” diye fısıldadı ürkek bir şekilde. Sağ eliyle büyücünün yanağını kavradığında dudaklarındaki tebessümün solduğundan da bir hayli emindi üstelik. “Ya beni bırakıp gidersen?” Okyanus mavisi gözlerinin içinde tutuşan korku o denli kuvvetliydi ki, bununla nasıl başa çıkacağını bir türlü kestiremiyordu. “Asla, Luxuria.” Elini güven vermek istercesine sıkan sevgilisine doğru bakarken derin bir nefes verdi. İnce kollarını yavaşça büyücünün boynuna kenetlediği esnada birkaç kelime daha sarf etmeye çalışacaktı ki, daha fazla sitem etmesini istemediğini vurgularcasına üzerine kapanan dudaklara teslim olmaktan başka bir lüksü yok gibiydi. Teni alev alev yanarken, bedeninin kontrolünü kaybettiğinin farkındaydı. İradesi sıfırlanmış, beyni sadece Daniel'ın varlığını kabul eder olmuştu. Ne yaptığının bir önemi yoktu, zira düşüncelerinin derin deryasını alabora eden tek isim sevdiği adama aitti. Dudaklarına ve hatta daha fazlasına ihtiyacı vardı, başka hiçbir şeye değil. Bu gece kendine bir şans daha verecekti; onun ruhunu eskisi gibi okuyabilmek için. Dokunduğu her yer cehennem alevleriyle tutuşurken aynı zamanda da cennetten çalınmış bir huzuru bedenine enjekte ediyordu. Elleri yavaşça sevdiği adamın boynuna ardından da üzerindeki gömleğine doğru indiğinde ise tenine erişmenin verdiği mutluluğu tamah etmeye başlamıştı. İnce belini saran eller daha da sıkılaştığında şehvetin iliklerine kadar işlediğinden bir hayli emin olan Luxuria, teslimiyetini sunmak adına hazırlanırken ufak bir hareketle büyücünün üzerine çıkmayı başardı. Ardından narin elleriyle yüzünü kavramış ve dudaklarını yepyeni bir fısıltının eşliğinde aralamıştı. “Sonsuza dek, sadece sen...” Arsız bir inilti dolgun dudaklarından kayıp giderken kor ateşlerle tutuşan bedenine aldırış etmeksizin büyücüye bıraktı kendini. Bilincini yitiren bir hasta misali kaybolmuş hissediyordu lakin bundan bir tutam dahi pişmanlık gütmediğini biliyordu, keza onunla olduğu her bir saniye arınan ruhu yaşadıklarından memnundu. Fakat yine de içinden bir ses verdiği yeminin gerçekleşmeyeceğini fısıldıyordu kulaklarına. Endişe tohumları ruhunun en ücra köşelerine dek bir tümör misali yayılıp gebe kalmaya hazırlanırken gözlerini yummayı yeğledi. Zihninde yer alan zehirli sarmaşıkları yok ederek sadece onun kollarında olduğunu düşündü. Sonsuza dek, sadece sen...
~ Bakışlarına hakim olan burukluk birkaç dakika sonra yerini inanılmaz bir öfkeye doğru bırakırken kendine gelmeyi başarmıştı. Ona olan nefreti gözünü kör etmişti; yaptıklarının tek açıklaması buydu. Ve bunlardan bihaber vaziyette karşısında dikilen büyücünün küstah çehresine baktıkça histerik bir kahkaha atmamak için dudaklarını ısırıyordu. Aptal, diye düşünmeden alıkoyamadı kendini. Lakin empati kurmayı denediğinde ise haklı olduğunu görebiliyordu. Hiçbir şeyden haberi yoktu. Abisinin yediği halttan ve girdiği külfetin ağırlığından haberi yoktu. Bu yüzden suçlayamazdı onu. Fakat yine de bu, kendini beğenmiş tavırlarının hesabını kesmeyeceği anlamına gelmiyordu Luxuria'nın mizacında. İşte tam da bu düşüncesini yerini getirmesini sağlayacak bir hareketle karşı karşıya kaldığında dudaklarının arsızca yukarıya doğru kıvrılmasına mani olamadı. Soğuk duvarla temas eden sırtı bileklerinin de etkisiz hale getirilmesiyle beraber adeta kapana kısılmasını sağlarken güzel kadının yaptığı tek şey beklemekti. “Sert oynamayı seviyorsun,” dedi küstah bir tınının eşliğinde. Başka bir şans bırakmayan adamın gözlerinin içine baktığında ise kendisine bahşedilen eşsiz yetiyi çağırmaya hazırlandı. Yer yer vücuduna yayılmaya başlayan parıltılar, ruhunun derinliklerinde uyandırdığı arzuyla bütünleşmeye başladığında avına konsantre oldu. Altın sarısı saçları gümüşi parıltılarla kuşatılmaya başladığında ise okyanus mavisi gözlerinin diğer çiftle buluşmasına gönül rahatlığıyla izin verdi. Bileğini saran güçlü eller usulca beline doğru düştüğünde memnuniyet dolu bir tebessüm dudaklarında yer edinmişti hiç şüphesiz. “Beni istiyorsun.” Arsızca fısıldadığı kelimeler havada dağılıp ikilinin kulaklarında çınladığında işaret parmağının yardımıyla büyücünün çenesini kaldırıp göz temasını korumayı ihmal etmedi. Ardından dolgun dudaklarını onunkilerin üzerine kapadı ve veela sihrinin büyücünün ruhuna akmasına müsaade etti.
Bir ömür gibiymiş gelen yedi dakika, içinde bin bir çeşit fırtınanın kopmasına sebebiyet verirken yavaşça geriye çekilen Luxuria, bedenini saran sihri üzerinden defetti. “Sana bunu yapamam,” dedi kendinden hiç beklenmedik bir ses tonuyla birlikte. Nedenini anlayamadığı bir pişmanlık dalgası tüm ruhunu kasıp kavururken yıllar sonra ilk defa kendini bu denli aciz hissediyordu. “Git, Laurent.” Tek düze bir şekilde bahşettiği kelimelerin ardından kapıya doğru ilerledi. Ufak bir el yordamıyla araladığı kapının kenarında dikilirken bunu neden yaptığını idrak edebilmişti. Eğer bunu yaparsa Daniel'a benzeyecekti, ondan hiçbir farkı kalmayacaktı. Ve bu, Luxuria açısından ihanetin ta kendisiydi. Düşüncelerinden sıyrılmasını sağlayan hiç şüphesiz maun zeminde yankılanan gür adımlar olmuştu. Gitmeden önce son bir kez daha bir şeyler söyleme gereksinimine kapıldığından ötürü hışımla büyücünün kolunu yakalayan Luxuria, derin bir nefes alarak konuştu. “Bir hafta sonra mezarlıkta ol. Ve nedeni içinse şimdilik, sevdiğin kadının babanla yattığını varsay.” Buruk bir tebessümle sarf ettiği kelamların ardından büyücünün gözlerine bakmayı reddetti. Allak bullak olduğu her halinden belli oluyordu lakin yine de ona bakacak mecali kendinde bulamıyordu. Kapıyı kapatır kapatmaz dizlerinin üzerine çöken Lux, ne yapacağını hala kestirememenin verdiği o lanet dürtünün esiri olduğunu görebiliyordu. Yıllardır içinde barınmayan duyguları gün yüzüne çıkaran bu adamdan nefret etmesi gerekirken neden merhamet etmeyi seçmişti? Neden sahip olduğuna inanmadığı vefasının uyanmasına bile izin vermişti? Bacaklarını karnına doğru çekerken tüm bu düşüncelerden soyutlanmaya çalışan zihnine itaat etmeyi seçti. Zira onunla görüşeceği müddete kadar bundan başka hiçbir şansı yoktu. | |
|
George Crownie Unutturma Dairesi Başkanı
Gerçek Adı : umut. Mesaj Sayısı : 202 Kan Durumu : a rh + Taraf : own my way. Kişisel Özelliği : . cesur. Rp Partneri : val. Özel Yeteneği : animagus (kurt) Evcil Hayvan : bukalemun
| Konu: Geri: Eloa Moreau C.tesi 9 Ağus. - 20:56:32 | |
| Rol Puanınız: 100. AteşOku RPG'ye Hoşgeldiniz. Keyifli roller dileriz. | |
|