Başını çektiği askerleriyle birlikte sessizce ağaçların arasında ilerliyordu. Vadiye iyice çöken sisin başını çektiği birlik için bir avantaj olduğunu düşünüyordu. Her ne kadar bu yem olarak gönderilecek birlik fikrini kendi yaratmış ve başında duracak kişi olacağını da belirtmiş olsa da içindeki şüpheleri tamamıyla öldürememişti. Bu bir savaştı ve Eldon ilk düşmanıyla karşılaşana kadar içindeki şüphelerle mücadele edecekti. Hep böyle olmuştu. Bundan sonrada bu alışkanlığın değişeceğini sanmıyordu. Bundan dolayı yaşlı ağaçların pürüzlü yüzeyleri arasından geçerken olabildiğince sessiz olmaya çalışıyordu. Ne yazık ki giymiş oldukları ağır zırhlar bu sessizliğe bir yere kadar izin vermekteydi. Attıkları her adım küçük hışırtılara neden oluyor ve bu hışırdamalar vadi boyunca yayılarak bitmeyen yankılara dönüşüyordu. Bu konuda yapabilecekleri pek fazla bir şey yoktu. İlerlemeliydiler. Ta ki ilk düşmanlarını görene kadar bu ölüm bataklığında bitmeyen bir debelenme gibi ilerlemeleri gerekiyordu.
Eldon sisin ilerisini görmeye çalışırken yavaşça ilerliyor ve kendini ani bir saldırıya hazırlıyordu. Bir süre boyunca bitmeyecek gibi görünen yürüyüşü ani bir duraksamayla bozdu. İlerde bir hareketlilik duyar gibi olmuştu. Ve çok geçmeden uzaktan gelen karartıları gördü. Başlamıştı. Düşünme gereği görmeden bağırdı genç lider.
“Hücuuuum.” Bağırışı bir aslanın kükreyişi gibiydi. Adama güvenen askerler liderlerinin önderliğiyle koşmaya başladılar. Uzaktan bakıldığında birbirine çarpan dalgaların birbirlerinin arasında kaybolması gibiydi. Eldon içinse üstüne gelen iri adamın karnına kılıcına saplamaktan daha fazlası değildi. Girdiği o kadar savaşın sonucunda düşünmemeyi öğrenmişti genç adam. Düşünmek tereddüt etmek demekti ve tereddüt ölüme neden olurdu. İlk leşi bedenin ağırlığı altında yavaşça yere yığılırken dikkatini yeni bir hedefe doğru yönlendirdi. Kana bulanmış kılıcını hızlıca kendisine savrulan kılıcın hızını kesmek için kullandı. “Çınnn” Metalik çarpışmaların tizliğine uzan zaman önce alışmış olduğundan rahatsız olmadı. Tam tersine bu sesin verdiği hızla daha da sert bir şekilde savurdu kılıcını. Düşmanı yetenekliydi ama yeterince hızlı değildi. Bu zayıflığıysa Eldon tarafından kolayca fark edilmiş ve genç lord kılıcını birkaç kıvrak hamleyle savurmanın ardından adamın zırhındaki boşluğa ölümcül bir vuruşla zarar vermişti. Bir cellat gibi gerisinde bıraktığı ölüleri umursamadan yeni kurban arıyordu. Bir uzvu gibi kullandığı kılıcıyla etrafı kana bularken duyarsızlaşmıştı. Zırhı grimsi metalikliğini kanın bunaltıcı koyuluğuna bırakmıştı. Nefes alsa yorulduğunu fark ederdi; ama savaşmak nefes almasına dahi izin vermiyordu.
Yarım saat… Tam yarım saat geçmişti savaş başladığından beri. Yukarıya mevzilenmiş olan okçulardan bir saldırı işareti görememişlerdi daha. Eldon sise rağmen dar alanın okçulara avantaj kazandıracağını ummakta hata ettiğini düşünmeye başladı. Askerlerine ölümcül darbeler indiren devimsi adamı fark ettiğinde kafasındaki şüpheleri kovdu kafasından. Hızlı adımlarla adamın karşısına çıktı. Çift elli balta kullanan ve yarı çıplak bedeni kanla bulanmış barbara karşı ne yapabileceğinden emin değildi. Zira tüm tecrübesine rağmen kendinden çok güçlü birini devirmekte kolay olmazdı. Gene de umursamadan kılıcını ileri savurdu. Keskin yüzeyi baltayla buluştuğunda, Eldon hafifçe geriye doğru aksadı. Düşündüğünden de güçlü olan adamı sert darbelerle yıkamayacağını fark etti. Hızlı ve çevik davranarak kafasını karıştırması gerekiyordu. Bu yüzden her darbeyle beraber barbarın çevresinde dönmeye başladı. Her seferi adamın vücudunda farklı bir bölgeyi hedef olarak seçiyordu. Birkaç ufak yaraya neden olmuş ama adamın devrilmesini sağlayamamıştı.
“İşim bitti.” Kafasından geçen düşünce, gücünün kalmadığını sinyal veren kaslarından dolayıydı. Realist bir şekilde bakıldığındaysa çok olası görünüyordu. Tam çevik bir şekilde kılıcını savurabildiğini umarken baltanın sapıyla göğsüne sert bir darbe yedi. Yere yığılmıştı. Aldığı darbe göğsünü baskılamış ve bir süre nefes almakta zorlanmasına neden olmuştu. Yattığı yerde kıvranırken nefes almasını daha da zorlaştıran miğferini çıkardı. En azından bir nebze olsun esintiyi yüzünde hissedebileceğini ummuştu
“Ölüm.” diye düşündü istemsizce. Zorlanarak yerinden doğrulmaya kalktı. Nafile. Sadece dizlerinin üstünde doğrulacak kadar nefes alabilmişti. Zorlanarak çevresine baktı. Daha az önce devirebilmeyi umduğu dev barbar ağaçların arasından kendisine yaklaşıyordu. Eldon aldığı darbeyle ne kadar savrulduğunu algılamaya çalıştı. Dizlerinin üstünden kalkıp savaşabilmek istiyordu. Bunun için birkaç dakikaya daha ihtiyacı vardı; ancak iri barbar buna izin verecek gibi görünmüyordu. Düşmanı ağır baltasını kaldırmış ve Eldon’un kafasına indirmek için hazırlanmıştı. Genç Lord ölümü beklerken, düşmanı duraksadı. Sanki hafifçe sarsılmış gibiydi. Eldon ne olduğunu algılamaya çalışırken devin dudakları arasından kan akmaya başladı. Hemen ardından tepeden yağan okların vınlamaları duyulmaya başlamıştı. Gördüğü manzara rahatlamasını sağlarken bağırdı.
“Geri çekilin, geri çekilin!” Adamlarına çekilmeleri için emir verirken, bedeninde bulduğu son güçle doğruldu ve kendi emrine uydu.
Buruk ve acı bir koku rüzgârın dalgalanışına kapılarak tüm arazinin üzerine bir zehir gibi düşmüştü. Güneşin son ışıkları tepenin arkasında kaybolurken esmeye başlamış rüzgâr, korkuyu ve masallardan kalma şüpheleri bir kez daha ortaya çıkarmıştı. Geceydi ve buruk bir koku çevreyi saran yaşlı ormanın gölgesi arasından sıyrılarak çökmüştü. Sadece toprağa değil; zihinlere nüfuz eden bir acımasızlık vardı gizeminde.
“Zehir mi?” Burnunu tıkayarak ve öksürerek konuşmaya çalışan çocuk, genzini yakan havaya karşı koymaya çalışırken soruyu abisine yöneltmişti.
“Hayır, bu doğaüstü bir gücün kurnazlığı”. Ancak çocuğun sorusuna cevap, telaşlı ve hayatında ilk savaşına katılmış askerden gelmişti. Babasının zoruyla girmiş olduğu askerde hep barış döneminde zaman geçireceğini ummuş. Şimdiyse karanlığın üstlerine çöktüğü vakit ölmekten kaçmanın yolunu arar olmuştu. Eldon derin bir şekilde iç çekerken durdukları tepede sessizliği bozan kardeşi ve askere sert bir şekilde baktı. Ne zaman tecrübesizler yanına verilse tanrının kendisini öldürmesi için dua eder hale gelirdi. Belki dindar biri olsa bu dileği çabucak yerine gelirdi. Ancak girmiş olduğu birçok muharebeden ölmeden ve zafer kazanarak çıkmıştı. Bu seferde benzer bir sonla babasının yanına geri dönmeyi umuyordu. Bu yüzden sert bakışları hale kardeşi ve asker üzerindeyken bıkkın bir şekilde cevap verdi.
“Sadece kan kokusu bu.” Genç Eldon hızlı bir şekilde verdiği cevabın ardından komutanlarının bulunduğu masaya doğru ilerledi. Son kez düşmanlarının üzerine taarruz etmeden önce coğrafi harita üzerinden planlarını kontrol etme isteği duymuştu. Adam masaya vardığında kendinden yaşlı görünen komutanların hepsi saygıyla yerlerinden doğruldular.
“Efendim askerlerimiz hazır. Tepede olmanın avantajına sahibiz. Okçularımızla kolaylıkla bu savaşı alacağımızı düşünüyoruz.” Eldon komutanın söylediklerini değerlenirken gerilmiş yüz kasları aklından geçenleri belirtmiyordu. Genç lord dalgın adımlarla araziyi süzüyordu. Tepede olmak çoğu zaman avantajlı olarak kabul edilebilirdi; ancak gene bu avantaja sahip olduklarından emin olamadı adam. Genç yaşına rağmen çok fazla savaş görmüştü. Bedeni dinç ruhuysa sabırlı ve sert birinin tecrübeleriyle yoğrulmuştu.
“Sis çökecek.” Puslu sesi bir mırıltı haline dudakları arasında yuvarlanırken, söylediklerini sadece kendisi duydu. Dar ve ormana yakın geçitlerde yapılan savaşları oldu olası sevmemişti zaten. Çoğu kişi tepede olmayı avantajlı sayardı ama buna sevinirken hava şartlarını göz önünde bulundurmayı beceremezlerdi.
“Savaşa girecek konumda değiliz. Burası onlara ait topraklar. Eğer saldırırsak sis içerisinde onların hedefleri haline geliriz.” Genç lord düşüncelerini sert ve kararlı bir şekilde anlatırken uçurum gibi duran tepenin ucuna biraz daha yakınlaşmıştı. Kafasında dönen planlar çılgıncaydı ama bir kadarda kurtuluşlarıydı. Başlangıçta başkalarına ait toprağa girerek avantajlarını kaybetmişlerdi ve tekrar kazanmaları için düşmanlarını şaşırtmaları gerekiyordu.
“Ama efendim, avantaj elimizdeyken bunu değerlendirmemiz gerek.” Eldon sert ve hızlı bir şekilde arkasından sesi gelen komutana döndü. Kendi söyledikleri zerre kadar dinleme gereği görmemiş bu adamın düşünmeden ileri atılması saçmalıktan daha fazlası olamazdı. Bu yüzden duraksama gereği bile görmemiş ve hızlıca adamın üstüne yürümüştü. Kendisinden yaşlı ve daha olgun görünen komutan istemsiz gerilese de manevra yapabilecek durumu yoktu.
“Sence…” Eldon söze başladıktan sonra ağırlık yapmaya başlayan zırhının bağlarını gevşetmesi için yaverine işaret yaptı.
“Sence yanlış konumda olduğumuzu belirtmem, bir avantaja sahip olmadığımızı açıklamıyor mu?” Her kelimeyle sesi daha sert çıkmaya başlamıştı. Eldon tenini saran ve soğuktan koruyan eldivenlerini çıkarıp masaya attı.
“Galiba yaşlanmak size yaramadı Sör Merion.”Genç lord alev alev yanan gözlerini adamın üzerinden ayırırken masaya ilerledi. Gereksiz konuşmaların son bulduğuna karar vermiş olacak ki tüm dikkatini savaş alanın coğrafyasını belirten harita üzerine vermişti. Çevreni bitmek bilmeyen ormanlarla kaplanmış dar bir vadinin tepesine konuşlanmışlardı. Bu topraklara yüzyıllar önce yerleşen antik insanlar zamanlarının çoğunu bu vadiden bir kaçış planı yaratmaya harcamış olmalıydılar; çünkü tam altlarında dağı delip geçen uzun bir tünel bulunmaktaydı. Bu tünel iki girişi olan vadinin yapay kapısıydı aslında. Diğer yolsa vadinin çevresini saran tepelerin kapayamamış olduğu bir geçitti. Zaten geçidin sonrası masmavi bir koya açılan, gelişmiş yapılarıyla insanın ürpermesine neden olan ticaret şehrine açılıyordu. Eldon’un ticaretlerini tamamıyla kontrol altında tutmak için ihtiyaç duyduğu şehirdi bu. Tüm bu dökülen kanın, harcanan zamanın ve hissedilen korkunun nedeni olan şehirdi.
Eldon istemsizce iç geçirdi. Bazen insanoğlu olarak türünden nefret etmek istiyordu. Çocukluklarından beri anlatılan hikâyelerin taşıdıkları karanlığı, acımasızlığı, kanı ve daha birçok nefret edilesi gerçeği asla fark etmezlerdi. Soylu kahramanların hikâyelerini anlatan o mistik kelimelerin arkasında yatan büyük yalanların heyecanına kapılır ve büyüdüklerinde bir kahraman olmak isterlerdi. Oysa çocuk akıllarıyla bunu tozpembe görür ve asla söndüremedikleri bir alevle büyürlerdi.
“Kahraman olmak.” diye mırıldandı genç adam. Çocukluğundan kalan bu kavramın ne kadar sahte ve acımasız olduğunu öğrendiğinde ne yapacağını bilememişti; çünkü kendisini öldürmeye çalışan düşmanını kılıcıyla deştiğinde geri dönemeyeceğini de anlamıştı. Midesini kaldıran kan kokusu, içindeki insanlığa acımasız bir şekilde hançer saplayan bakışlar. O bakışlar… Eldon ilk cinayetinden geriye kalan o kapkara, şaşkın ve acıma dolu gözleri asla unutamayacaktı. Bir hafta boyunca kan kokusunun kendisini takip ettiğinden emindi. Pişman olmuştu ama bir yandan da ruhunu kaplayan karanlığın gün geçtikçe bu hissiyattan zevk almasına neden olduğunu da hissediyordu. Değişiyordu yavaş yavaş. İri bedeni ve korku dolu bağırışıyla üstüne koşan adama kılıcını sapladığında tek yaraladığı tehdit olarak bellediği adam olmamış; aynı zamanda çocukluğundan beri özenle koruduğu insanlık kavramı da zarar görmüştü. Öldürmüş ve ölmüştü.
“Efendim, peki o zaman ne yapacağız.” Düşüncelerinden sıyrılmasına neden olan seslenişle irkildi. Nerede olduğunu unutmuş bir adamın şaşkınlığıyla konuşmasını bekleyen kişilere baktı. Hala savaş alanındaydı ve belirlemesi gereken bir strateji vardı. İçten içe kendine kızdı genç adam. Bir daha komutasındakilerin karşısında böyle bir zayıflık göstermemesi gerektiğini kendi kendine hatırlattı ve hemen ardından haritayı incelemeye başladı. Düşmanları saldırmayacak kadar zekiydi. Az sayıda askerle saldırmak savaşı kaybetmek olurdu. Bu yüzden sisin kendilerini saklamasından yararlanarak pusu kuracak ve okçularının menzili dışında bekleyeceklerdi. Genç Lordun ince işaret parmağı haritanın üzerinde kayıyordu. Aşağı yukarı vadinin girişi dışında her yer dağlıktı.
“Orduyu taşıyacağız” Çevresindeki şaşkın bakışlarının deliciliğini üstünde hissedebiliyordu ama bunu umursama gereği görmeden devam etti söze.
“İlk muharebeden konumlandığımız yeri biliyorlar ve okçularımız sis varken sadece kör atışı yapacaktırlar. Bu da bizim işimize yaramayacak.” Eldon konuşurken parmağı hızlıca harita üzerinde kayarak bulundukları noktanın üzerinde durdu. Bir anlık nefes alışından sonra devam etti.
“Okçuları dağın sağ ve sol hatlarına taşımamız gerekiyor. Böylece en bakımından dar olan vadiyi tamamen menzilimiz içine alabiliriz. Dağın tepesinde olmamızdan dolayı işlevsiz kalan süvarilerimizi düze indirmemiz gerekiyor. Bu yüzden arkadan süvarileri götürerek vadinin girişine doğru taşımalıyız.” Konuştuklarını görsel açıdan gösterirken parmakları adeta dans eden bir çiftin hızlıyla harita üzerinde kayıyordu.
“Fakat efendim vadinin girişini boş bırakmamışlardır.” Eldon diğerlerine göre daha genç kalan komutanın söylediklerini başıyla onayladı. Bu kadar kritik bir noktayı kontrolleri dışında bırakmayacaklarını o da tahmin etmişti.
“Elbette. Muhtemelen en çok kayıp yaşayacağımız nokta burası olacak. Önden dikkatlerini dağıtmamız gerek. Bu yüzden başlangıç olarak zırhlı yayaları şu an bulunduğumuz konumdan saldırmaları için göndereceğiz. Bu bir çeşit sahte yem olacak. Düşmanımızı saldırmaya sürükleyecek ve dikkatlerini dağıtacaktır. Sonrasında süvariler ve okçular saldırabilir. Okçuların atışıyla birlikte zırhlı yayaları hızlıca geri çekmemiz gerekecek. Bu demek oluyor ki zırhlı yayaların başında ben bulunacağım.” Tüm planı anlattığında rahatlamış bir şekilde doğruldu. Sağ eliyle masanın kenarında duran şarap şişesini yakaladı ve kibarlık gösterme gereği hissetmeden şişeden büyük bir yudum aldı. Daha öncede lordlarının kendisini ateş hattına atmış olmasına alışık olan komutanlar ses çıkarmadan planı değerlendirdiler. İlk yorumlandığında zor izlenimi verse de, plan imkânsız değildi.
“Bu hazırlık bir günümüzü alacaktır.” Az önce konuşan komutan bilgilendirmek adına araya girmişti. Eldon adamın söylediği süreyi kafasında tarttı; sonra bir kez daha adamı başıyla onayladı.
“Bu demek oluyor ki hemen hazırlıklara başlamalıyız.” Neşeli sesini askerlerini harekete geçirmeyi amaçlayan bir el çırpması takip etti. Bunun bir emir olduğunu anlayan komutanlar hızlıca yerlerinden ayrılarak birlikleri hazırlamak adına ortadan kayboldular.
Bir gün boyunca vadinin tepesindeki dağlarda yaşanan sessiz hareketlilik son bulduğunda herkes yorulmuştu. Ancak bu güne kadar girdikleri her savaşı kazanmış olan ordunun yüreğinde yanan hırs, bu yorgunluğunu göz ardı etmelerini sağlıyordu. Özellikle gece yola çıkmadan önce generalleri Eldon’un yapmış olduğu uzun, şan ve şöhret vaat eden konuşma içlerinde uyuyan aslanı uyandırmıştı.
“Unutulmayacak bir zafer diye haykırmıştı Eldon.” Haksız da sayılmazdı. Yıllarca deniz ve kara yoluyla fethedilemeye çalışılan bu şehir görkemliliğinden ödün vermemiş ve kimsenin de eline düşmemişti. Önlerinde yeni bir gün doğmaya yakınken bu kaderi değiştirme fırsatları olduğunu da biliyordu askerler. Sonuçta Lord Eldon bunun sözünü vermişti ve askerin saygı duyduğu bu general hiçbir zaman onları yanıltmamıştı. Bu yüzden kısa bir dinlenmemin ardından saldırı emri veren komutanın peşine takılarak hücum eden askerlerin aklından geçen tek kavram zaferdi.