Skylar şafağın ilk ışıkları ile gözlerini ovuşturdu. Gece geçirdiği soğuk geceden sonra güneş onu ısıtmıştı ama asıl savaşın şimdi başlayacak olması onu korkutuyordu. Daha önceki savaşlarında hiçbir sorun yaşamamıştı ama bu seferki farklıydı.
Skylar buraya dün gece güneş batmadan hemen önce gelmiş ve kuvvetli dalları olan büyük ağaçlardan birine, tepeye tırmanmıştı, o tırmanma konusunda uzmandı. Bütün gecesini dinlenerek, su stoğunun yarısını bitirerek ve yarın yapacağı saldırıları düşünerek geçirmişti. Bir takım olmalarına rağmen bu işte tekti, kimse onu kollamayacaktı.
İlk hedefi yaşamaktı.
Skylar başarılı avcılar arasındaydı ama daha çok genç ve deneyimsizdi, bu denli kurtadam avına hazır olup olmadığını düşündü bir anda tekrar. Baş avcı ona bu tür bir av için çok deneyimsiz olduğunu ve gitmemesi gerektiği söyleyip durmuştu ama ne yapması gerektiğini biliyordu.
Ya da en azından bildiğini sanıyordu.
Yeleğinin fermuarını çekti ve özellikle oklarını ve yayını aldıktan emin olduktan sonra yavaşça ağaçtan inmeye başladı, mesafenin acıtmyacağını anladığı anda ise ağaçtan atlayıp etrafına bakındı.
Bu, dolunaydan sonraki ilk şafaktı, dönüşüm geçirdiklerinden sonraki ilk saatlerdi, bu onları daha da güçsüz kılardı. Dolunaydan sonraki ilk şafak kurtadam avı için inanılmaz bir vakitti.
Skylar ormanda yürümeye başladı, hava gittikçe ısınıyordu. Eli istemsizce belindeki silaha gitti, silahın içinde kurtadamları öldürmek için özel gümüş mermiler vardı. Skylar bu mermileri daha güçlü bir hale getirebilmek için özel bitkilerle ovalamıştı, bu bitkiler kurtadam derisini saniyesinde yakıp kül edebilecek güce sahipti.
Çok geçmeden karşısında çok genç olduğunu düşündüğü bir kız gördü. Dağılmış saçları ve çıplak bedeni ile ağaca yaslanmış şekilde uyuyordu. Bedeninde çok fazla yara vardı.
"İşte bu" diye söylendi skylar kendi kendine. "Şu an onu öldür ve her şey bitsin. Sadece bu kadar." Derin bir nefes aldı, buna hazırdı.
Bu birini ilk defa öldürüşü değildi, ama bu diğer avcıların ona alışacağını söylediği zamanlardaki gibi alışılacak bir durumda değildi. Her ne kadar içindeki kurtadam nefreti ile büyütülsede bir yaşayan cana son vermek bu kadar kolay değildi.
"Annenin söylediklerini düşün." Dedi kendi kendine neredeyse duyulmayacak kadar kısık bir ses ile Skylar.
Sadece nişan al ve öldür.
Eli silahına gitti. Ok ve yay ile daha iyi bir iş çıkaracağını bilmesine rağmen şu an onları kullanmak istemiyordu. Silahı kızın üstüne doğru tuttu, hedefi asla şaşmazdı. Eğer tetiği çekerse kızın öleceğini biliyordu.
Hazırdı.
Ama tetiği çekmeden önce durdu.
"Ya bu bir tuzaksa?" Diye geçirdi içinden.
Yavaşça yerleri yokladı. Teker teker ağaçlara bakıp etrafına iyice bakındı. Kızın dibine kadar girmesine rağmen bir ses yoktu.
Sadece yap şunu.
Silahı yerine yerleştirdi ve eline oklarından birini alıp kızın kalbine geçirdi.
Kızın acıyla inleyerek gözlerini açması ve kapaması bir oldu.
Sandığından daha çabuk olmuştu. Kız ölmüştü. Oku geri çıkarmak istedi, ama zehirini kıza saldığı için bir işe yaramayacağını biliyordu.
O an annesinin sesini duyar gibiydi. Çok vakit kaybetmişti. Burda durup birinin ölümü üzerine düşünmek yerine yeni hedefler bulmalıydı. Skylar ne yapması gerektiğini biliyordu. Her şeyden önce baş avcıya haksız olduğunu gösterecekti. Olduğunca hızlı haraket ederek ilerlemeye başladı. Karşısında Marcus'u gördü. Uzun boylu, ince yapılı ama kaslı bir adamdı. Skylar'dan 10 yaş büyüktü ve her zaman iş üzerine egosu ile tanınırdı. Skylar yaptığı onca şeyi düşününce Marcus'un egosunu anlayabiliyordu. Öncelikle onun yanına gitmek istedi ama sonra gerçeği hatırladı.
Takım olabilirlerdi ama ormanda herkes yalnızdı.
Bu doğruydu. Yine de yaptığı işi gerçekten görmek istediği için Marcus'u gizlice ve uzaktan takip etmeye başladı. Çok uzun bir yürüyüşten sonra büyük ve yeni inşa edildiği belli olan bir eve geldiler. Çok büyük bir ev değildi ama 4-5 kişilik bir aileyi rahatça içine alabilecek bir ev gibiydi. Marcus içeri girdikten kısa süre sonra içeri girdi. Onu takip etmenin doğru olup olmadığından emin bile değildi. Yakalanırsa başı derde girerdi. Bu fikir onu gerçekten korkuttu. Marcus'un alt kata indiğini gördüğü anda evden çıktı.
Başta gitmek için yürümeye başladı ama daha sonra merakına yenik düşüp yönünü değiştirdi ve evin arka bahçesine yürümeye başladı. Pencereye doğru eğildi. O kadar pisti ki içerisi gözükmüyordu. Orda kalıp biraz düşündü. İçeri bakmalı mıydı? Belki de sadece Marcus'un işini yapmasına izin verip kendi işi ile uğraşmalıydı.
Ya da en azından bakmaya çalışabilirdi.
Bunun üzerine pencereyi biraz ittirdi. Açılmayınca daha sert bir şekilde ittirdi. Cam açılmamakta direniyor gibiydi. En sonunda sinirlenen Skylar hızlıca camı ittirdi. Bundan sonra olanlar saniyeler içinde oldu. Tıpkı bir film şeridi gibi ve çok hızlıydı.
Cam hızlı itilmenin etkisi ile açıldı ama olması gerekenden daha çok açıldı ve tutunamayıp yere düştü ve parçalara ayrıldı. Marcus ne olduğunu anlamak için döndüğünde uyanan kurtadam uyandı ve Marcus'u oracıkta öldürdü. Skylar ne olduğunu anlamadan sadece silahını çıkardı ve kurtadama defalarca ateş edip yere serilmesini izledi.
Skylar hiçbir şey olmamış gibi ayağa kalkıp yürümeye başladı. Neler olduğunu hazmedebilmesi için zamana ihtiyacı vardı. Marcus'u o öldürmüştü. Bunun başka açıklaması yoktu.
Marcus başarılı bir adamdı. Eğer Skylar o camı itmeseydi, cam kırılmayacak, kurtadam uyanmayacak ve Marcus'u öldürmeyecekti, aksine Marcus'un onunla işi saniyeler içinde bitecekti.
Skylar göz yaşını silmek için elini gözüne götürdü, ama orada hiç yaş yoktu. Böyle bir durumda ağlaması gerekirdi. O öldürdüğü kurtadamlar için bile bazen ağlarken böylesine bir durumda ağlamalıydı.
En azından ona dair bu insani özelliği kaybetmemesi gerektiğini düşünüyordu.
Skylar Marcus'u takip etmek için yürüdüğü yolları şimdi daha ağır şekilde yürüyerek yürüyordu. Yaptığı saçmaydı, aslında kendini toparlayıp işine devam etmeliydi. Yavaşça kolunu kaşıdı o anda bir ses duydu.
"Onu öldürdün! Onun canını aldın! Şimdi bende seninkini alacağım." Skylar ne olduğunu anlamak için arkasını dönemeden göğüsünün ortasından geçen oka baktı. Gözleri kocaman açıldı ve sendeleyerek arkasını döndü. Kimse yoktu. Eli yavaşça göğüsünün ortasından geçen oka gitti, üzerindeki kanları, kendi kanlarını temizledikten sonra kendi amblemini gördü. Bu onun oklarından biriydi. Nasıl oluyorda canı hiç acımıyordu?
İstemsizce dizlerinin üstüne çöktü. Aklından sadece bir düşünce geçiyordu.
Düzelecek.
Dizlerinin üzerinde saniyeler saatler gibi gelirken bedenindeki sinek ısırıklarını hissetti, tek fark bunların basit ısırıklar değil kurşun izleri olmasıydı. Bu sefer göz yaşlarını hissetmesi için ellerine ihtiyacı yoktu. Bilincini kaybetmişti. Yavaşça yere yığıldı ve gözleri kapandı.