Andrej van Pavlovich Kehanet Profesörü
Gerçek Adı : Alper Mesaj Sayısı : 6 Kan Durumu : Melez. Taraf : Tarafsız.
| Konu: Lothair, Eduard. Ptsi 4 Ağus. - 22:54:26 | |
|
The Spark of a Rebellion
- Spoiler:
Başka bir sitede yaptığım görev rol oyunudur. Kanıtlanabilir, istenildiği takdirde. Ayrıca tekrar AO'da olmak çok hoş. ^^
Güneşin yumuşak renk cümbüşünün arılığıyla renklenen altın huzmeleri kilisenin Hristiyanlığa ait motifleriyle bezenmiş, tavana uzanan yarı mat camlarından içeriye usulca uzanarak pürüzsüz, beyaz sütunları sarılığa hapsediyordu. Mat siyahlığı yararak kederli ambiyansa gün doğumu kızıllığı katan kızgın, müşkülpesent turuncu ile kırmızının oluşturduğu kusursuz sıcak dans ile tutuşmaktaydı, iptidai tasarımının iktidarlığındaki ibadet evi. Geniş ve fedai ahşap kapısını kuşatan kalabalık, bahtiyar çehrelerini garba çevirmiş, cübbeli adamın dudaklarının hareketini izliyorlardı ateş kürenin ışıkları bedenlerine parlak fırça darbeleri atarken. Tutulan nefesler, kulaklarını tiz bir melodinin doldurmasıyla tekrardan verilmiş, gürültü yerini bir kez daha sükûnete bırakmıştı. Gri tonların egemenliğindeki siyahî noktalarla süslenmiş mermerin üzerindeki ayak sesleri eşlik etmekte idi, törenin başladığı intibasını veren zilin dikkatleri çeken sesine. Gür, siyah sakallarla kaplanan yüzündeki ciddiyet nidası filizlenirken, iki düzine kadar insanın gözlerinin sarmaladığı vücudunu ilerleterek öne doğru atıldı, papaz. Kilisenin getirdiği kurallara hitap eden bir kılığın içerisindeydi yaşlı bedeni; Seyrek gümüşi saçları ilelebet varlığını sürdürecekmiş havası veren karanlığın emrindeki bir kukuletayla örtünmüştü. Yaşlılık izleriyle dolup taşan yorgun suretindeki bilgeliği yansıtan donuk, mavi gözleri kalın camlı bir gözlükle kapatılmış, ilerisindeki olaylardan bihaber küçük canlıyı merhametle izliyordu. Mat siyah cübbeye bürünürken vücudu, boynundan altın bir haç sarkmakta idi zemine doğru. Üç adım mesafesindeki kadının ürkek ellerinden teslim aldı beyazın saflığıyla örtünen masum bebeği, papazın kolları. Çocuğun zümrüdî demetlerin boyunduruğundaki latif yeşil gözlerine bakmayı sürdürüyordu, ısrarla bütün baskılara rağmen. Ruhi mücerret şaşkınlık izleri mütebessim suretini esir alırken, yeşille kuşatılmış irisinin ortasındaki siyahlığın derinliklerindeki belirsizlik çeliyordu aklını papazın. Korkunun ve ürpertinin soğuk esintisi kara kumaşlarla sarılan tenini okşasa da soğukkanlılıkla kalın parmaklarını yanındaki kutsal suya daldırarak, küçük, mistik bebeğin alnına götürdü ve mukaddes işareti çizdi pürüzsüz deride. Hacın keskin köşelerini usulca aktarıyordu canlıya, ilk günahından arındırırken o ruhu. Sakramentlerin en yücesini, vaftiz olmuş bebeğe tekrar bakma cesaretini gösterdiğinde, dakikaların çoktan aktığını ve törenin sonuna yaklaştığını idrak edebilmişti, yaşlı adam. Katolik inancının ömür boyu yanında olması dileklerinde bulunurken, annesinin dudaklarının arasından çıkan Fransız ismin yankılanmasının ardından bir kez daha kendisini başına buyruk ve azgın ürperti rüzgârlarının soğuk kollarının arasında buldu. Britanya’yı fetheden asi ve fevri, sakat imparatorun ve Hristiyanlığın adının çelişkili ahengi mütemadiyen zihninin karanlık köşesinde volta atıyordu. “Claudé. Christian Claudé”
**
“Peder, ben bir günah işledim.”
On yılın ardından aşina olduğu Katolik mezhebinin zulmüyle döşenen kilisenin yan duvarları boyunca küçük ahşap bölmelerinin içinde, ilah sayılan pederle günahkârı ayıran ince görünmez çizginin sağında duruyordu, küçük çocuk. Titreyen sesi kulağını tırmalarken küçük koyu kahve karelerin oluşturduğu açıklığın arasından süzülen şafağın latif sarı tonu yere bakan yüzünü yalıyordu. Din adamının sorgulayan siyah gözbebeğinin derinliğinde yatan şaşkınlığı sezmiyor da değildi. “Ne yaptın, anlat bana.” Pişmanlık, ruhunu dört duvara hapseden ve acı olarak adlandırdığı demir parmaklıkların ardında gizlenen o yaşama dair olan umudu köreltmiş duygu karmaşasının yerini alırken, tereddüt dolu nefesi tenini yakıyordu. Yeşil gözlerinden süzülen bir yaş damlası, yüz hatları boyunca usulca dolaşırken yanağından süzülüyordu tahta zemini kaplayan çamur izlerinin baskınlığına doğru. Yaptığı seçimin getirdiği sorumluluklarla ezilen günahlarla kuşatılmış saf ruhunda oluşan karaltıları temizlemeye binaen kilisedeki varlığından pek hoşnut değildi, zira karanlık mazisinin iç dünyasında kasırgalar oluşturan anılarında kayboluyordu. Her şeye rağmen isyankâr bakışları narin kollarını saran morluklara takılınca cesaret denilen duyguyu bir bütün olarak hissetmesini sağlıyor, yere sabitlenen yüzünü kaldıracak kudreti gün ışığına çıkarıyordu. Tepkiden yoksun çehresini kaldırdığında dikkatini ilk çeken unsur, ibadet evinin kubbesindeki hacın altında motif şeklinde sergilenen bir resimdi; birbiri üzerine çapraz konmuş iki tahtadan oluşan darağacına, çarmıha gerinen ve güçlü olarak tasvir edilmiş bir beden çarpıyordu küçük çocuğun irisine. İsa. Bu korkunç tabloyu ilk görüşü değildi tabii, ailesinin baskısına binaen kiliselerde sürüklenen vücudunun zincirlerini kesmeye çalışsa da bunu yapacak gücü bulamıyordu kendisinde. En azından o ana kadar. Yüce İsa’nın kolları iki yana açılmış ve bağlanmıştı. Toprağın ebediyetine doğru ilerleyen kanın kızıllığı ve resmedilenlerin üzerlerindeki dehşetin, kederin gerçekliği hemen uzaklaştırmıştı bakışlarını. Pederin fısıltı edasıyla çıkan sözcükleri ruhunun beyazlığının arkasına gizlenmiş siyahlığı hükmünden uzaklaştırıyordu adeta. Kapayarak gözlerini, itirafın yorucu pençelerine bıraktı yaşananları. “İçimde yıllardır süren saklı isyanı tetiklemiş kıvılcımları yarattım. Aileme, dine karşı geldim. Günahların tatlı yakarışının bedenimi ele geçirmesine izin verdim. Fakat pişman olmayacağım.” Sözleri sona ererken zihninde gezen son bir düşünce topluluğunu da çıkardı dudaklarının arasından, bir rahatlama nidası eşliğinde. “Çünkü artık özgürüm.” Din adamının suallerin baskınlığında ki bakışlarını ve vereceği yanıtı beklemeden tahta bölümden hızla attı küçük vücudunu, kilisenin yıllardır içinden geçtiği yaldızlı kapısına, kendisini bekleyen günahların arasına, özgürlüğün latif hissi isyankâr tarafını dizginler iken.
**
Beş gün önce Işıklandırılma ile suni latifliğin esaretine giren, trafik seslerinin, olması gerektiği sükûtu parçalaması ve kalabalık etmeniyle aratan doğallık ve kusursuzluktan eser olmayan metropolün göğe uzanan hayran kalınası binalarını seyretmeksizin görüş alanına giren ilk karanlıkla sarmalanan sokağa güç bela atabildi, geçmiş adlı madalyonun görünmeyen yüzünün getirdiği, üzerine düşen sorumluluktan meydana gelme parmaklıkların ardında olan çocuk. Renk cümbüşünden sıyrılmayı başarabildiği için bir tebessümün varlığını sürdüğü yüzünde tereddüde yer yoktu, en azından. Yanıp sönen sokak lambasının cılız sarılığı loşluğa bürümüştü sokağı adeta. Betonun üzerinde yavaşça hareket eden çocuğu, bu sefer saatin oldukça geç olduğunu haber veren kilisenin çanlarıydı hızlandıran. Seri adımlarla, karanlığı yararak ilerledi bir kıvrıma geldiğini fark edene kadar. Derin bir nefesin ciğerlerine ulaşmasına izin vermesinin ardından, devam ettiği patikayı engelleyen tel örgünün ayın kudretiyle beyaza boyanmasını izliyordu. Başını usulca yukarı kaldırdığında haklı olduğunu gördü; Lacivert huzmelerle süslenmiş semanın tam ortasındaydı, kamer. Asaletin kudretli dokunuşlarıyla bezenmiş ak yüzeyi ve ince ve sivri gümüşi şemalı, yer kürenin üzerindeki mavi gözlere dönmüş, şefkatli gülümsemesini bahşediyordu. Lakin gri örtü, dört duvar örmüştü gök cisminin etrafına. Kara buharıyla zincir vurmuştu kamerin, esarete mahkûm ruhuna. Zaman aktıkça, gecenin latif fısıltısı eşliğinde, şarkta inzivaya çekilen Ay'ın üzerinde, ulu ufuk çizgisinden alev kürenin yükselmesini, sıcaklığını ve kudretini cihana sunmasını ne kadar da doğal geliyordu, afallayan on yaşındaki ruhu yaralı çocuğa. İç çekerek bakışlarını tekrardan gümüşi huzmelerle kuşatılmış tel örgüye ve sol altındaki açıklığa çevirdi ve küçük vücudunu bilinmezliğin merak uyandırıcı soyutluğuna doğru itti. Karanlığı bir bıçak gibi kesen ateş parçası karşılıyordu onu. Ağaçların kalın, pürüzlü kahve gövdeleri ve yeşilin açık tonlarıyla süslenmiş yapraklar tarafından gizlenen açıklığın ortasındaki mum topluluğuna ve ardındaki kıza baktı. Sersem bir gülümseme mimiklerini esir alırken, kıza ilerlediğini ve dolgun, kırmızı dudaklarına yapıştığını fark dahi etmemişti. Mutluluk uzun bir süreden sonra karmaşık duygu bulutunun arasından sıyrılan bir güneş gibi yükseliyordu, kızın sıcak nefesi ısıtırken üşüyen tenini. Evlerinde bir köle misali yaşamını sürüp, iç dünyasını bir sis yığını gibi gri kollarıyla kaplayan keder ve bunalım içindeki hayat sevgisini kör eylerken bu bulunduğu açıklık, özgürlüğünün elinde olduğu tek yerdi. Gerçekten ne düşündüğünü anlatabileceği yegane cennetiydi. On bir yaşında olmasına karşın aciz vücudunun dinlerinin katı kuralları eşliğinde gördüğü işkence sonra parçalarını birleştirebildiği bir özgürlük… Zorlamanın olmadığı, eşitliğin ve adaletin yalnızca yirmi dakikalığına süregeldiği bir açıklık, ruhunu geri dönülmeyecek kadar yaralanmasını engelleyen tek unsurdu belki de. Kıza olan duygularının neden kaynaklandığını bilecek bir olgunlukta değildi lakin hissettiklerinin karşısındaki bahtiyarlığı inkar edilemez bir gerçek olarak kalmaya da devam edecekti. Dudaklarına sıkıca bastırmaya devam etti, zihnindeki, onu kasıp kavuran efkarın sonlanmasını istercesine. Dış dünyadaki hayatına karşı olan fakat asla mimiklerine yansıtmadığı isyanının temsil eden gözyaşlarını daha fazla dayanamadan saldı bu özel açıklıkta, kızın sıcaklığını içine çekerken. Ne kadardı tutacaktı bu, zihninin derinliklerine gömülü dört duvara mahkum olan duyguları? Yaşları bu dört duvarın arasındaki sızıntıdan akıtırken ailesi ile arasında geçen harp de mağlup olanın kendisi olduğunu da anlatabiliyordu. Zira ne kadar dayanabilirdi, bu gizli sırlarıyla hiçbir şey olmamış gibi davranmaya? İstemese de zorlanarak kilisenin rutubetli ortamına götürülmesine olan fiziksel kuvvet ile de bastırılan isyanının son damlaları olmalıydı, döktüğü yaşlar. Küçük elleri bilinçli olmasa da kızın kızıl saçlarına ilerliyor, arkaya atıyordu onları dudakları birbirlerinden usulca ayrılırken. Geçen süreyi idrak edemeyecek kadar efsunlanmıştı, küçük büyücü.
“Nisha.”
Mistik senfoni şenlendirmekte idi benliğini sözleri güçten maruz bir şekilde dökülür ve göz kapaklarını aralayıp, selamlar iken etrafını sarmalayan mukaddes mabedini. En sonunda aradığı enerjiyi bulup, o safirin akla mavinin kusursuz bir parlaklık beraberliğindeki uyumunu andıran mavi gözlere bakabildi. Gecenin maviliğini çalmış irisi, adeta bulutsuz atmosferde mütemadiyen parıldayan yıldızları taşıyordu. Sırf bakmak bile, onu realizm ufkunun ardında yükselmeye başlayan karanlığın belirsiz ebediyetine tutsak ediyordu. İç çekiyordu mutlulukla, kızın dört bir yanına çevrelenmiş mumların ortasındaki siyah rengindeki deri kapaklı kitabı görene kadar. Daha sonra bu hoş duygunun yerini merak almıştı. Tek bir kelime bile çıkamadan kızın melodi gibi çıkan sesi geldi kulaklarına. “Neden geç kaldın?” Lakin bu sualin yanıtını ikisi de oldukça iyi biliyorlardı. Sessizliğin emri ile durgunlaşmıştı çevre adeta. Buna istinaden iki yanına açılmış kitaba kısa bir bakış attı, merakını yenemeyen büyücü. Koyu harflerle kazınmış yazı, aklında bir kez daha belirirken içten içe ürperdiğini hissetmesi pek güç değildi. Kan Ayini. Hızla atan kalbinin rızası ile donuk bakışlarını çocukluk arkadaşına çevirmişti.
“Bu da n-“ Sözcüklerini tamamlamadan evvel kızın ince parmaklarının dudağına değdiğini hissetti, haşin havası ile salınışa geçen yaprakların hışırtısı eşliğindeki huzur kollarını onlara açarken. Keşke ebediyen burada kalabilsek. Düşünceleri onu gerçeklikten uzak tutmadan Nisha, sonbaharın nimetlerini bağışladığı açıklığı örten yeşil çimlerin üzerine oturdu ve dudaklarının arasından kelimelerin çıkmasına razı oldu. “Bir büyü kitabı. Çatı aralığında bulmuştum, oldukça eski olmalı. Belki…” Yüzüne akın eden kırmızılığı gözden kaçırmak mümkün değildi, adeta. Ama ısrarla devam etmişti “Belki bana bu büyüyü yapmama yardım edebilirsin.” Büyü kelimesi gömdüğü sırları bir kez daha ortaya çıkarırken mazinin içinde izlediği patikadan ayrılmasına neden oluyordu, çocuğun. Dinlerinin yasak getirdiği büyücülük kabiliyetlerini kızla beraber keşfedeli bir ay olsa gerek idi. Zira bunun hakkında kafa yormadığı tek bir an dahi yoktu. Ailesinin katı kuralları, argonun, içkinin ve kendisinin dahil olduğu her hangi bir olayda aciz bedenini sert bir biçimde cezalandırırken ortaçağda yakılma emirlerini bizzat kendilerinin verdiği büyücülerden biri olmanın getirdiği endişe ve pişmanlığın altında ezilmekteydi saf ruhu. Öğrenmeleri durumunda akıbetinin ne olacağını kestirmekte güç değildi. Lakin içinden asi ve kendi koyduğu kurallarda ilerlemeye meyilli bir parça Nisha ile bu gizli uğraşlarına devam etmesi gerektiğini söylüyordu, mantığını arka plana atarak. Beyaz kesilen yüzünü saklarcasına eğmişti başını. Fakat içindeki iç muharebesini tetikleyecek bir kıvılcımdı özgürlüğüne ulaşmasını sağlayacak. Ölmekten korkmuyordu doğrusu, denediği zamanlar pek uzak sayılmazdı. Usulca kızın ellerine ilerlemişti bir an da güç bulan parmakları. Doğrusu buydu, en azından öyle olması gerekirdi. Kaçırdığı bakışlarını muska kitabına çevirmişti tekrardan, büyük bir cesaretle. Büyülü sözcüklerin yer aldığı sayfayı daha inceleyemeden Nisha’nın sesini duymuştu. “Buradaki sözleri okurken kollarımıza isimlerimizi kazıyacağız. Korkma, acımaz.” Muzip bir gülümsemeyle çocuğa bakıyordu. Cevap alamayınca devam etti. “Daha sonra kanlarımızı birleştireceğiz ve evren huzurunda kan bağımız kutsanacak.” Şaşkınlığına binaen yutkundu. Fakat içindeki isyankâr tarafı hayatını ona adayabilecek kadar güvendiği kızın diyeceklerini merak ediyordu. Bu yüzden durdurmadı. Bir yandan da soğuk bir esinti okşamaktaydı birbirine değmekte olan tenlerini. “Kainat huzurunda kutsanan kan çekimimiz, bizim bağımız olacak. Tek beden gibi olacağız.” Çeldirici sözler zihninde mütemadiyen yankılanırken mantığı, bir kez daha hislerine mağlup edilmişti. Verdiği nefesin vücudunu sarmasına izin vermişti. Tek bir beden olmayı sindiremiyordu. Lakin korkunun yerine merak vardı yeşil gözlerinde. “Senin çektiğin acıları hissedeceğim. Birlikte olduğumuz zaman ruhumuzun derinliklerine çöken bedbaht mazimizin kalıntıları ve açtıkları yaralar iyileşecek. Ayrı olduğumuzda ise kendilerini gösterecek bu yaralar.” Kız sözlerini tamamlarken hissettiği yalnızca ilelebet sürecek bir yokluktu. Ailesinin ona açtığı yaraları yalnızca Nisha anlayabilir, destek çıkabilirdi. Fakat günün her anında duyduğu keskin acının zincirlerinden kurtulmak istediği yegane şeydi, çocuğun. Birisine bağlı olmadan, özgürce yaşayabilecekleri ve adaletle yönetilen bir cihanda sadece sevdiğiyle yürümek… Hayal-i eşbahında gezintiye çıkmıştı ruhu, mutlulukla. Başını yavaşça aşağı ve yukarı salladığında son derece kararlıydı, şaşıracağı bir şekilde. Ellerinden istikrarla tuttuğu kızın gece tanrıçası Nyx’in kudretine sığınmış kusursuz gözlere, gerçek anlamda bağlanmadan son bir kez daha baktı ve o an da, bunu istediğini anlamıştı. Hayatını, Nisha olmadan sürdürmek istemiyordu. Lakin içini kemiren sual çıkabildi dudaklarından bir fısıltı edasıyla, büyülü sözcükler yerine. “Belki de kitap… Bende kalmalı.” Her ne kadar zoraki de olsa bitirdi cümlesini birkaç kelime ile. Lakin sesinin boğuk çıkmaması için yapabileceği hiçbir şey yoktu. “Seni bir daha ne zaman görebilirim, bilmiyorum. Hatırlatması için se-" Bitiremediği manasız sözcükler ses yığınına dönüşür iken bıraktı kızın soğuk ellerini. Ailesine bile baş kaldıracak cesareti yokken, bunu yapmaya nereden bulacaktı? Şüphe bulutu saldırıyordu kararsızlıkla bezenen çocuğa. Lakin kızın elleri aydınlığın kudreti ile dağıtıyordu gri örtüyü, saniyeler içinde. “Ya gizliliğe ihtiyacımız olmasaydı, buluşmak için.” Ne demeye çalışıyordu, bu kız? Harfler zihninde uçuşur ve arkasında merak ve korku izi oluştururken kızın ahenkli sesini rüzgarı takip ederek yumuşak bir şekilde kapladı işitme organını. Hareket bile edemediğini hissediyordu. “Benimle kaç”
**
Altı gün önce Genç büyücünün titremekte olan parmakları, sıkı bir şekilde kavradığı kapının altın kolunun ardında yer alan siluetin meydana getirdiği ironik ve makûs yazgının ağırlığı altında ezilmekteydi. Kudretten yoksun, mübadatın önderliğindeki biriken kederle saydamlığını siyahlığa bırakan ruhu, geçmişin acımasızlığını irdeliyor, yaşadığı hiddet ve saldırganlıktan azat edilmeyi talep ediyordu. Hemen ilerideki şömineden çıkan berduş ateş, loş odanın sükûnetini bozan tiz sesin ahengi beraberliğinde kızıllığını, başağın doğallığını aratmayacak bir sarılığa yenik düşen, buhran içindeki suretine ve akabinde havada uçuşan toz zerreciklerine bahşetmişti. Kapalı kahve kapının aralığından ebeveynlerinin asık yüzlerine gizlenmiş huzursuzluğu ve dudaklarının oynayışını izliyordu gizlice. Hakkında konuşulduğunu anlaması için kahin olması gerekmiyordu, elbet. Babasının elinin arasındaki aşina gelen siyah, deri kapaklı kitabı görünce yaşadığı korku, damarlarında dolaşan tüm kanını esir almıştı adeta. Kapıya dayadığı kulağına çarpan kelimeleri direkt birleştirdi zihni.
“O pis Pagan kızıyla buluştuğunu bilseydim bunların yaşanmasına katiyen izin vermezdim.” “İma ettiğin o da bir…” “Evet, Moirean. Şeytanın bir uşağı. Oğlumuzun olduğu şey bu!” “Örgüttekilere bildirmek zorundayız, biliyorsun bunu. Yemin ettik, eğe-“
Güçsüz, hırpalanmış bedenindeki emsalsiz keder ve öfke fırtınasının dışarıya yansıdığını hayal etti, cümlelerin gezdiği aklındaki müphem uğultuların artmasıyla beraber. Ruhunun beyazlığının ardındaki acıların tomurcuklandığını ve yüzeye çıktığını hissedebiliyordu. Acıyla haykırsa da içinde kanayan yarasının yüzünden, eyleme geçirdiği yegane şey, yumruklarını sıkmak olmuştu. Konuşanları algılamayacak kadar kısıtlanan iç dünyasında devam etmekte olan duygu fırtınası dayanılmayacak safhaya geliyor, bütün cihana seslenmek istiyordu bu harpte yenilgiye düşmeyeceğini. Nisha’yı oluşturan harfler beliriverdiğinde hemen önünde, altı gün evvel vuku bulan hadiseye kaymıştı düşünceleri. Büyü ayinlerini tamamlamamış olsalar da kaçma teklifine yanıt veremediğini, kitabı alıp oradan uzaklaştığını hatırlıyordu yalnızca. Bastırmak istediği anılar da, sakladığı acı gerçekler gibi ilerliyordu yüzeye çok geçmeden. İsyan kıvılcımları diye düşündü mantığını tamamen yitiren büyücü, büyük bir hiddet dalgası bedenine uzanmadan evvel. “Hayır!” Dudaklarının arasından usulca çıkan mücerrit iki kelimenin kudretinin esaretindeydi, kararsızlıkla örülü ruhu bu sefer. On bir yıllık hayatı boyunca ilk kez, dinin acımasızlığını benimsemeyip başına buyruk ilerleme arzusunu taşıyan bir kelime sarf etmişti ailesine karşı, olabildiğince yüksek bir sesle. Bu inkarın içinde gizlenen sayısız duygularla inşa edilmiş isyanının sese dönüşmesi kıvılcımın başladığı ruhu kül olup yokluğa karışmadan önce tekrardan beyaza bürümüştü adeta. Savaşın hala devam ettiği dünyasında ki rahatlamasına karşın hızla yükselen pişmanlığın esaretine girmeden önce arkasındaki kapıyı hızla çekip, isyanını temsilen yok oldu mazisinin en karanlık anılarının bulunduğu o evden, o özgürlüğe doğru. Lakin yapması gereken son bir şey daha vardı, pişmanlığını üzerinden atması için. Arkada bıraktığı zulmün yok olmasıyla tatmin olurken metrelerce ötedeki kilisenin kirli beyaz kubbesini görebiliyordu. Düşüncelerinin tutsağı olmaksızın ilerlemeye kararlı adımlarla devam ediyordu, özgürlüğün hayali bir umut ışığı gibi benliğini aydınlatır iken.
**
“Hazırım, Nisha.” İsyanının ardından saatler sonra, güneş tüm kudretiyle açık mavi semanın ortasında yükselir ve beyaz örtüyü yok ederken buradaydı tekrardan, tel örgünün kutsal mabediyle gerçek dünyasını ayırdığı yerde. Kızın kusursuz yüz hatlarının gözüne çarpması rastlantı değildi, burada olacağını söylüyordu içinden bir ses çocuğa. Aralarındaki bağ belki de bu kadar kuvvetli idi. Yorgunlukla ve suçlulukla ağırlaşan vücudu, günah çıkarmasından sonra hafifler sanıyordu lakin sonuç her zamanki gibi nafileydi. Mutlu olması gerekirken bile kararın doğruluğundan şüphe edebilecek kadar saftı, en azından bir haftaya yakın süredir hasretini çektiği o kolları vücudunu sararken buluna dek. Ak rengin saflığıyla tatlandırılmış, sonbaharın habercisi yağmur damlaları, parlak gökte, lekeler halinde dizilmiş grimsi bulutlardan süzülen su damlalarını adeta hicvederek solmuş yaprakların volta attığı nemli toprağa ve çetin zorluğun kafesinde çıkış yolu arayan çiftin pürüzsüz şakaklarını okşuyordu artık. Dudakları tekrar buluşunca, olayları anlatması için kelimelere ihtiyacı olmadığını biliyordu artık. Gözyaşlarını bahşetmeyecekti rutubetli toprak ve betona bu sefer, yaşamı boyunca sahip olamadığı yegane şeye kavuşmuştu nasıl olsa. Ailesinin zorbalığından sıyrıldığı benliğinin özgürlüğe ve bilhassa Nisha’ya sahip olması, yıllardır umut ettiğiydi. Duygularını kelimelere aktarmak yerine sıkıca sarıldı dudaklarından ayrıldığı kıza, her şeyin iyi olacağını anlatan sıkı bir kavrama eşliğinde. Elindeki, ele geçirilen kitabından yırttığı kağıt parçasını parmaklarının temasıyla şenlendirirken, kızdan ayrılıp delip geçen o gözlere bir kez daha baktığında artık hissettiği korkunun karanlık ve soğuk pençelerinden kaçmayacağını idrak edebilmişti. Hayatının eskisi gibi olamayacağını pekiyi biliyordu, tatminkâr çocuk. Fakat nihai kararının doğruluğundan artık şüphe yoktu. Bastırdığı isyankarlığını ortaya çıkarmasıyla, yaşamını kısıtlayan kuralları çiğnemesiyle kişiliğine yaptığı değişiklikten o an için bihaber olsa da, eşitlik ve adalet anlayışından, arkadaşlarına karşı olan sadakatinden asla taviz verecek kadar geniş çaplı değildi, benliğine karşı başlattığı bu devrim. Kızın kulağına doğru eğilmeye başladığında elindeki kağıt parçasını da ilerletiyordu ona doğru. Ve ilk defa sarf ettiği bu sözlerden oldukça emindi. “Seninle tek beden olmaya, bu yerden kaçmaya hazırım.”
|
| |
|